0,00 TRY

Sepetinizde ürün yok!

Mustafa Ulusoy – Kayıtlar

38. Kayıt

Dinek Dağı ilin oban barışsın
Boz döşüne lale sümbül yaraşsın
Yiğitlerin Kırklarına karışsın
Kötülerin gölgesi olmaz dal olmaz…

***

Ahlat Ağacı’nı nihayet izledim. Nuri Bilge Ceylan’ın işlediği senaryoların özü aslında insanın normal hayatının akışı içerisine kameralar yerleştirmek. O bu alanda ilk değil elbette ama bu işi iyi yapıyor. Doğal olanı doğaçlamayla vermeye çalışıyor. Olağanüstülüklerin olmadığı, basit-abartısız hayatların, bizim hayatlarımızın, günlük konuşmalarımızın, yürüyüşümüzün, el kol ve yüz hareketlerimizin ne kadar öneli olduğunu bize hissettiriyor. “Hayatım roman!” klişesini beyaz perdeye aktarması gerçekten izleyicisini derinden sarsıyor.

***

Bugün 1 Mayıs İşçi ve Emekçi Bayramı. İşçi ve emekçi kavramlarına yıllardan beri uç sosyalist-komunist-bölücü grupların bugüne yüklediği anlamlardan ötürü, özellikle benim gibi insanlar tarafından, 1 Mayıs asla layıkıyla anlaşılamadı.

Bu konudaki kusurumuz nedir onun bile özeleştirisini yapmamıza izin vermediler mezkur gruplar.

***

Bugün futbol üzerine, acaba bir teknik direktör olsaydım, izlediğim, bildiğim yerli ve yabancı oyunculardan nasıl birer 11 kurardım diye düşündüm. Doğrusu zor iş ama zevkli. Bunun için birkaç kategori belirledim. Bugün, futbolu bırakmış Türk oyunculardan bir kadro yazmak istedim; sistemim 4-3-3.

Kaleci                              Rüştü Rençber
Sağ bek                           Ümit Davala
Sol bek                            Hakan Ünsal
Sağ stoper                       Bülent Korkmaz
Sol stoper                        Gökhan Keskin
Ön libero                         Tugay Kerimoğlu
Orta saha                        Oğuz Çetin
Ofansif orta saha             Sergen Yalçın
Sağ forvet                       Metin Tekin
Sol forvet                        Rıdvan Dilmen
Santrfor                          Fatih Tekke

Açıkçası Rıdvan Dilmen orada oynar mıydı bilmiyorum ama Metin Tekin’den vazgeçemedim. Ayrıca orta sahanın defansif yönünün zayıf olduğunu kabul ederim ama orta sahada topa sahip olmak ve panik savunma yerine pres yaparak alan daraltmak üzerine bir planım olurdu galiba. Futbolcular istediğimi yapabilir miydi bilmiyorum ama bence güzel kadro oldu.

Ayrıca Tugay’ın, Oğuz’un ve Sergen’in bir arada oynadığı maçları izlemiş biri olarak seyir zevkimizin, modern futbol açısından düşündüğümüzde, ne denli yüksek olabileceğini bir düşünün bakalım.

***

  1. Kayıt. “38” Kayseri. Kayseri, Hitit devrinden beri hep önemli bir yer olagelmiştir. Ama benim için Kayseri demek Erciyes kurultay günleri demektir. Bir hafta öncesinden kurulan çadırlar, yemek ve konser organizasyonları, insanların bir birleriyle tanış görüş olup arkadaşlıklar kurmaları, yıllardır birbirilerini görmeyen insanların buluşması, manevi atmosfer… Özlüyoruz vesselam…

37. Kayıt

Dinek Dağı gidersem de dur deme,
Ana deme, baba deme, yar deme…
Hal bilmeze muhtaç olmak “var” deme…
Kötülerin gölgesi olmaz dal olmaz…

***

Nisan yağmurlarının gecikmesi ve az yağması hep canımı sıkmıştır; nisan yağmurlarının uzaması ve bol yağması da hep canımı sıkmıştır. Kağızman’da çalıştığım son yılımda güneşin yüzünü ancak haziranın sonuna doğru görebilmiştik. Bu sene de geç başladı ve beklenildiği gibi değil nisan yağmurları.

***

Ayarsız Dergi’nin 51. sayısı çıktı ama bu ay ilk kez dağıtıma sokulmadı dergi. Belki haziran sayısı dağıtıma girer umudundayım ki haziran ayının yazısını çoktan yazdım, birkaç gün içerisinde gönderirim. Temmuz ayına ne yazsam diye düşünmekteyim şu an.

Romana yapmak istediğim bir ekleme daha var. İtiraf edeyim, eklemek istediğim bu son kısım edebî bir yetkinlik istediği için kardeşimden tedris mahiyetinde dersler almaktayım. Bitirirken kardeşimin edebî bilgisiyle verdiği desteği ne denli yansıtabileceğimi göreceğiz.

***

Son günlerde Dücane Cündioğlu’nun yutup kanalını izliyorum. Dücane Cündioğlu imam hatip lisesinde okurken, genelde, Millî Görüş’çü hocalarımızın salık verdiği isimlerdendi. Birkaç yazısını okuyunca 28 Şubat sürecinde takdirimi kazanmıştı, zira 28 Şubat sürecinin mağdurlarından biri de bendim. Ümmetçilik ve milliyetçilik fikirlerinin ters tabanlı olmasından dolayı ilerleyen süreçte Dücane Cündioğlu benim için fikir anlamında karşıt bir karakter oldu.

Açıkçası Cündioğlu İslamcılar arasında “Türk” demekten çekinmeyen birisi olarak ayrıca tarafımdan saygı gören biri olmakla birlikte öyle sanıyorum ki her bulunduğu yerde savunduğu doğrularla çeliştiğini düşünmesiyle sürekli bir çatışma içerisindeymiş. Bunu son yedi-sekiz yılda görüyoruz.

Fikir olarak farklı yerlerdeyiz ve Cündioğlu’nun bilgi birikimini özellikle felsefî anlamda biriktirdiklerini ve çıkarsamalarını kıskanıyorum; belli ki bir hayranlığım var. Zaman zaman Türkçenin yetersiz olduğunu vurgulaması, Türkçeden gerü dillerden gelen sözcükleri ululamasıyla antipatik olsa da hepsinden öte başka düşünsel mecralarda bulunsak da Dücane Cündioğlu’nun dinlenmesi taraftarıyım.

***

  1. Kayıt. “37” Kastamonu. Babam rahmetlinin okul arkadaşlarından bir kısmı Tosyalı, bundan dolayı yıllardır bir sempati besliyoruz Kastamonu’ya ailecek. Gidip görülecek yerler listesinde yukarılarda elbette. Oraya varırsam Kastamonululara soracağım ilk şey Ilgaz olacak: “Ilgaz Anadolu’nun sen neresindesin? Çankırı mı Kastamonu mu?”

36. Kayıt

Dinek Dağı, gider oldum yurdumdan,
Yol ıradı ben baktıkça ardından…
Yiğit olan anlar yiğit derdinden,
Kötülerin gölgesi olmaz, dal olmaz…

***

İşte böyle… Bir haber geliyor da bîhaber varlığımızı sarsıyor. Bugünü tatsız bir haberle bitirecekken yaşama umudum düşüyor aklıma. Acziyetimize sarılmamız iktiza eden şu günlerde güçlü olması için Yaradan’a yalvardığımız güzel insanlar var. Allah herkesin yardımcısı olsun! İnşallah, Allah ummadığımıza uğratmasın…

***

Okulların açılması yine, kaçınılmaz olarak, ertelendi. Mayıs ayı bittiğinde elimizdekilere bir kez daha bakacağız. Genel gidişin iyi olduğuna dair birtakım cümleler görüyoruz ama rehavet zaferle donatılmış orduların en güçlü düşmandan daha büyük düşmanı! İslam literatürüne yaslanarak ifade eldim madem:

“Okçular Tepe’sini terk etmeyin!”

***

Her Ramazan sakız gibi ağızda dolaştırılan su gibi şeylerin oruca sakatlık verip vermeyeceğine dair soruları duyuyoruz ama son birkaç Ramazan’dır sağda solda, özellikle din adamlarından “fakirleri anlamak” gibi bir söylem işitmiyoruz şükür Allah’a.

Bu söylem öyle çirkin, öyle kırıcı ki… Sanki on bir ay boyunca fakirler zenginleri anlıyormuş da Ramazan’da da sıra zenginlerin fakirleri anlamasına gelmiş gibi eğreti, bir tür karikatür gizli bu sözde.

***

  1. Kayıt. “36” Kars. Sıralamada kaçıncı memleketim bilmiyorum ama Milli Eğitim bünyesindeki ilk görev yerim Kars-Kağızman. Beni tanıyan, neredeyse, herkes biliyor artık bunu. Hayatımın üç güzel yılını bu bölgede geçirdim. Daha eskiden nasıldı bilmiyorum ama galiba son 15-20 yıldır devletimiz Doğu Anadolu’nun ulaşımdan kaynaklanan sorunlarını çözmek için çok uğraştı. Doğu ve batı arasındaki ulaşım zorluklarının ortadan kalkması da Doğu’da Kars, Ağrı, Van, Diyarbakır, Mardin gibi kadim Türk şehirlerinin güzelliklerini daha kolay fark etmemizi sağladı.

Kars’a dair hele de Kağızman’a dair anlatacak çok şey var sevgili günlük; korona günleri yetmez anlatmaya ama ömür yetse bari…

 

35. Kayıt

Oysa şimdi su sarhoş; balıklar geldi dile
Dalgalar son umut, vuruyorlar sahile
Nahcıvan, hasretinle alevlenen bir çerağ
Seninle firakını unutuyor Karabağ
Göğsünde, kıskandığım bir rüyadır kırmızı
Nerdesin, ey masallar ülkesinin son kızı
Nurullah Genç

Gündem ve günlük aynı kökten geldiğinden olsa gerek sosyal medyada şahit olduğumuz bazı tartışmalara burada değinmek zorunda kalıyoruz. Örneğin, “Türk İslam’ı kabul ettikten sonra Türk oldu; öncesinde Punku’ydu.” veya “said nursi mi daha Türk milliyetçisiydi yoksa fettoş mu dünyada Türkçeyi yaydı?” ya da “Tarihî şahsiyet piyasalarında devalüasyondan sonraki kur dalgalanmalarına bağlı olarak bir Metehan kaç Bilge Kağan eder?” gibi ideolojik fantezi dünyalarımızın sınırlarını, dimağımızı zorlayan konular dönüyor gözümüzün önünde.

Çağın ölçütü, zamanın ruhu diye bir şey var arkadaşlar ve çağımızın ölçütü şu tartışmalarımız değil, lütfen ama… Dünya değişiyor, milletler ve milliyetler korona sonrası üretim mekanizmalarını gözden geçiriyorlar, teknolojik gelişmelerin hızlanması, yeme-içme, oturma kalkma alışkanlıklarının, zamanı değerlendirme kavramının baştan sona değişmesi gündemde biz ise hala İbrahim Türk müydü, peygamber Türk müydü tartışması yapıyoruz.

***

Gerçi çiğnenen ama yutulmayan sakızın, çiftleşen hayvanların belgesellerinin izlenmesinin, makattan giren suyun orucu sakatlayıp sakatlamayacağının; orucu daha uzun tutmanın sevap getirip getirmeyeceğinin tartışılmasından yukarıdaki konuları konuşmak daha iyidir ama yine de yeter yahu! )))

***

  1. Kayıt. “35” İzmir. Geçen yıl değerli sanatçımız ve fedakâr müzik öğretmenimiz Ahmet Akın bizi misafir etmişti İzmir’de. İlk kez bu kadar uzun gezme imkânımız olmuştu İzmir’i. Çiğdem-çekirdek, gevre-simit tartışmalarına hiç girmeden iki şahane gün geçirdik orada. İzmir’i anlatmak bana düşmez elbette ama İzmir civarında bağcılık o kadar gelişmiş ki koruk suyu diye bir şey içmiştim bu mevsimde, abartarak söyleyeyim biraz, ekşisinden mest olmuştum. Hala aklıma geldikçe de dişim kamaşıyor. İzmir’e giderseniz koruk suyundan muhakkak için!

34. Kayıt

Yürek değil be, çarıkmış bu, manda gönünden,
Teper ha babam teper
Paralanmaz
Teper taşlı yolları.

Bir vapur geçer Varna önünden
Uy Karadeniz’in gümüş telleri!
Bir vapur geçer Boğaz’a doğru.
Nazım usullacık okşar vapuru,
yanar elleri…

Nazım Hikmet

34. Kayıt. “34” Konstantinapolis. En çok senden korkuyorum. Dolandırılmaktan, kaybolmaktan, çok yol parası vermekten, gecikmekten, üç otobüs iki tren bir tramvay değiştirmekten, yollarımın denize çıkmama ihtimalinde korkuyorum İstanbul.

Uyumayan ve uyutmayan şehir. Zenginler seni kadın; fakirler erkek olarak görüyor. Sense hermafrodit bir şehir olarak dileyeni koynunda döllüyorsun; dilediğine güzelliğini bahşediyorsun. Bütün zıtlıklara malik bir zindan olarak bütün zıtlıkları barıştıran bir bahar bahçesi de oluyorsun.

Sana kimseleri konduramıyoruz İstanbul! Memlekette İstanbullu yok bizim için! Belki birkaç Karay, birkaç Polenez, birkaç Arnavut diyebilir “İstanbulluyum!” diye, onlara da rast gelirsek eğer. Diğerlerinin İstanbullu olacağına kalbimiz kani gelmez. İlle de başka bir yerden gelmelidir diğerleri, Kars, Hakkâri, Yozgat, Niğde… Kıskanırız çünkü seni gözümüzden bile!

Bağrına çakılan zengin zekerleri, kesilen ağaçların, kentsel dönüştürülen tarihin… Farkında değilsin sen ama senin için yanıyor ciğerlerimiz Anadolu’nun kurak ve çorak bir yerinde. Ne zaman çıksam da gelsem bağrına, kendimi bir fazlalık gibi hissederim üstünde.

Vicdanımı böylesine kanatan şey ne bilmiyorum ama en çok sana yazılan şiirleri seviyorum İstanbul!

Senin rengin düşlerin arasında,
Gündüz mavi gece lacivert.
Hiçlerin yitip gidişi sırasında
Ölüm gibi acı; yaşam gibi sert
Hicranın yarasında,
Mutluluğun durasında
Bir sevda gönlüne dün gibi dadanmıştır.

Mavi sana küsse;
Sen maviden vazgeçsen n’olur?
Tüm renkler İstanbul, tek sana adanmıştır…

33. Kayıt

Heyder Baba, gece turna geçende
Köroğlu’nun gözü kara seçende,
Kıratına binip kesip biçende,
Ben de buradan tez matlaba çatmazım,
Ayvaz gelip çatmayınca yatmazım.

Şehriyar  

Evin temizlik işleri nihayet bitti amma ve lakin bayram namazı olmayacak, bayramlaşma olmayacak. Dünyanın önünü görebildiğini söylemek hâlâ mümkün değil.

***

Futbol son günlerimin başlıca sohbet konusu oluyor arkadaşlarımla veya kardeşimle konuşurken. Doksanların Türkiye ve dünya futbolunu imkânlar ölçüsünce izlemiş biri olarak futbol mantığının nasıl değiştiğine hayret ediyorum kendimce.

Mustafa Denizli’nin maçların ikili veya üçlü oyuncu gruplarınca kazanıldığını vurgulaması geliyor aklıma. Uçe-Hög, Metin-Ali-Feyyaz, Emre-Okan-Suat, Ogün-Ünal-Tolunay üçlüleri aklıma geliyor.

Fenerbahçe’nin 94-95 sezonunda şampiyon olmasında Türkiye’de uzun zamandan sonra ilk kez dörtlü defansla şampiyon olması ve Fatih Terim’in 95-95’dan itibaren dörtlü defans sistemini oturtmaya çalışması kayda değer gelişmelerken Ersun Yanal’ın hem Ankaragücü’nde hem Gençlerbilriği’nde üçlü savunmayla başarıdan başarıya koşmasını da unutmamak gerekiyor. Mirçea Luçesku’nun Galatasaray’da ve özellikle Beşiktaş’ta ulaştığı şampiyonluklarda kurguladığı “kemik” gibi üçlü savunmaları da unutabilmiş değilim tabi.

***

“Futbol sadece futbol değildir!” düsturuyla hareket ettim hep çünkü futbol ulusal ve yerel bazda birtakım mücadelelerin tımarlanmış hali gibime geliyor. Seltik-Rencırs, Roma-Lazio, Ankaragücü-Gençlerbirliği rekabetleri bunlara birkaç örnek.

27Öğrencilerime yıllardır, eğer genel kültürlerini geliştirmek istiyorlarsa, futbol izlemelerini tavsiye ediyorum.

***

  1. Kayıt. “33” İçel. Siz Mersinli değilsiniz! Siz Tarsuslu değilsiniz! Siz İçellisiniz! Bu gerçeği bilerek hareket sevgili İçelliler. Ömr-ü hayatımda İçelliyim diyen bir kişi bile görmedim, duymadım ben. Neden böyle olduğunu açıklayamıyorsunuz bile. Ayrıca İçel sevgili Hakan İlhan Kurt Ağabey’imin ve onun kutalmış varisi Muhammet Asrî Beyefendi’nin de memleketidir. İçel’i seviyoruz.

32. Kayıt

Heyder Baba, gün dalını dağlasın
Yüzün gülsün bulakların ağlasın,
Uşakların bir deste gül bağlasın,
Yel gelende ver getirsin bu yana,
Belki benim yatmış bahtım uyana.

Şehriyar  

İftardan sonra kafamın içinde unuttuğumu hatırladığım bir şey döndü durdu, döndü durdu. Neden sonra hatırladım ki günlük yazmadım. Alışkanlıkların bile üç haftada kazanıldığı bu varlığı da yokluğu da ispat edilemez evrenin sıradan gezegeninde bir aydan fazla yazdığım şeyi unutmaya ramak kalmıştı.

***

Futbolun aşırı endüstriyelleşmesinden muzdarip olanların bir tanesi benim. Futbolu ve genel olarak takım oyunlarının tam anlamıyla bir spor olmadığını düşünüyorum. Takım oyunlarının karşılaşmaları spor müsabakalarından daha ziyade bir şov kanımca.

Ama aşırı endüstriyel futbolun parasını idare eden tanrılar, dünyada henüz korona virüsünün tedavisi bulunmadan maçların başlamasını istiyorlar. Zira en ciddi liglerin ciddi takımları bile bazı ekonomik sorunlarla karşı karşıya.

Sporcu sağlığını öncelemesi gereken yerel, ulusal ve evrensel federasyonlar ise şimdilik sessiz ve derinden bir çalışma içindeler. Bakalım ne olacak.

***

Zaman tarih bilimine dair birtakım yöntem ilkelerini yani metodolojik prensipleri buraya yazıyorum. Önceleri tarihçi olmayanlar bu ilkelere pek dikkat etmezlerdi ama şimdilerde tarihçilerde bunu pek önemsememeye başladılar.

***

  1. Kayıt. “32” Isparta. Kardeşimin üniversite okuduğu şirin ve gül kokulu memleket. Gül suyu, kolonyası, şerbeti, lokumu, dondurması, defteri, kitabı, kalemi, seccadesi, tespihi, radyosu, televizyonu, bilgisayarı, telefonu, arabası vs diye bir liste hazırlayabiliriz. Isparta kocaman bir gül ağacıdır; güzel memlekettir yani.

 

31. Kayıt

Heyder Baba, kekliklerin uçanda,
Göl dibinden tavşan kalkıp kaçanda,
Bahçelerin çiçeklenip açanda,
Bizden de bir mümkün olsa, yâd ele,
Açılmayan yürekleri şâd eyle

Şehriyar  

Günlüklere başlayalı ay döndü. Uyuşukluk benim gibi evden zorunda olmadıkça pek çıkmayan insanların boynuna yapışmış vaziyette. Korona virüsünden de pek haberim yok şu sıra ama Ercüment Hoca’nın açıklamasından sonra yaşama umudumuzda bir artış gözlendi.

***

Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nu da evvelsi gün, yıllardan sonra, yeniden okudum. Yıllar sonra Hasta Çocuk’un gözüyle Nüzhet’e âşık olup da ıstırap çekerken 1914 Türkiye’sinin İstanbul’unu okurken Anadolu’nun halini düşünmek bir hayli zor oldu benim için.

***

Halıları birkaç gün önce yıkamaya gönderdik, perdeler yıkandı, asıldı, her yer süpürülüp siliniyor. Büyük temizlik var anlayacağınız evde ama evde halıların yokluğunu iliklerimize kadar hissediyoruz. Kuru zeminde at gibi yürüyoruz, ev hipodroma döndü. Sesi hapseden evdeki temel malzeme halıymış zira en fısıltılı cümlelerimiz bile savaş çığlığına benziyor.

***

Sahur yemeği yeme konusunda çok hassas birisiyimdir. En kısıtlı zaman dilimlerinde bile beş dakikalık sembolik bir uyku çekip ardından yemek yemeyi ve niyetlenmeyi kendime şiar edindim çocukluktan beri. Kağızman’da zamanın en uzun gündüz, en kısa geceye rast geldiği bir oruç ayında yine kısa arada bir sahur yemeği yiyeyim diye kafamı yastığa koymuştum ve tam dalıp gitmek üzereydim ki “GÜM!” diye bir ses duyup balkona fırladık ev arkadaşımla birlikte. Polis sirenlerinin ve silah seslerinin duyulması da çok sürmedi.

Birkaç dakika içerisinde de saldırı savuşturuldu. Bu olay benim hiç unutamadığım ve unutamayacağım sahur anısıdır. Belki ilerde daha ayrıntılarıyla anlatırım bu olayı.

***

  1. Kayıt. “31” Hatay. Tayfur Sökmen, Bağımsız Hatay Cumhuriyeti’nin ilk ve son cumhurbaşkanıydı. Tayfur Sökmen Hatay Cumhuriyeti’nin anavatana katılması konusunda büyük emek sarf etti. Murat Sökmenoğlu ise Tayfur Sökmen’in oğluydu. Çeşitli dönemlerde milletvekilliği yaptı. 21. dönem vekilliği sırasında meclis başkan vekiliydi. Cumhurbaşkanı ve Meclis Başkanı aynı dönemde yurtdışına çıkınca Murat Sökmenoğlu bir haftalığına Türkiye Cumhuriyeti’ne, vekâleten de olsa, cumhurbaşkanlığı yaptı. Yalnızca şu kısa bilgi bile Türk Devlet aklını ve inceliğini bize göstermektedir.

 

30. Kayıt

Hacca gidemez diye tan eylemişler; benimse günde yüz kez hacılığım var!

Agâhî

Ercüment Ovalı Hoca beklediğimiz açıklamayı yapmış. Mutluyum! 23 Nisan mutluluğuma Ercüment Hoca’nın açıklamaları da eklendi. Şimdi bilimsel sürecin tamamlanması gerekiyor. Haydi İnşallah!

***

Ramazan da geldi çattı nihayet. Bu da kendi adıma bir başka mutluluk tabii. Tuttuğum ilk orucun üstünden 28 yıl geçmiş. Beş yıl sonra ilk orucumu tuttuğum mevsimi de göreceğim Allah izin verirse.

Ramazan ayını çok seviyorum, bende yarattığı dinginlik bir başka bu ayın. Milletimiz genel olarak yediden yetmişe ayrı bir özen gösteriyor bu aya. Bu ibadeti yapmalarından veya yapmamalarından bahsetmiyorum. Bu ameli işlese de işlemese de insanlar işleyene veya işlemeyene karşı bir sorumluluk duygusuyla hareket ediyorlar.

Elbette cami çavuşları gibi oruç çavuşları ya da dini reddetmenin özgürlüğüyle küstahlık edenler olacak ama onlar hep azınlıkta kalacaklar. Biz azınlıkta kalan din, vicdan ve akıl yargıçlarına sağduyu çağrısı yapacağız.

***

Lütfen kimseye “Oruç tutuyor musun?” sorusunu sormamaya gayret edin.

***

  1. Kayıt, “30” Hakkâri. Hakkâri’ye dair en büyük hayalim o boz yüce dağlarda kardelenlerin arasına oturup Doğu’ya, Ata topraklarına doğru türkü söylemek. Zap Suyu’nun ruhunun Orkun Irmağı’nın ruhuyla buluştuğunu ve birlikte Urmu’yu gönendirdiklerini görmek.

***

    1. Kayıt, “19” Çorum. Komşumuz oluyo’ kendisi. Seviyoruz elbette Çorum’u ama İç Anadolu olarak Çorum’a bir dargınlığımız var. Kendisini İç Anadolu’ya karşı yıllarca hep İç Anadoluluymuş gibi gösterdi ama bir gün bir öğrendik ki Çorum Karadeniz Bölgesi’ndeymiş. Yaşadığımız sükût-u hayali ancak Maraş’ı Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nden sayan Güneydoğulular anlayabilir…
    2. Kayıt, “20” Denizli. Düşlerimde Denizli bir insan olsaydı kesinlikle Özay Gönlüm olurdu, bir hayvan olsaydı horoz, bir eşya olsaydı tekstil malzemesi olurdu. Güzel bir memleket olarak Pamukkale olmuş tabi.
    3. Kayıt, “21” Diyarbakır. Şah İsmail’in çocukluğunun geçtiği ve dedesi Uzun Hasan’ın devletini yıktığı yer Diyarbakır. Tarihin dönüm noktası şehirlerinden biri olarak yüce Tanrı tarafından Türklere armağan edilmiş şehir.
    4. Kayıt, “22” Edirne. Payitaht-ı Devlet-i Aliyye! Serhaddimiz! İnci tanemiz Selimiye’nin beşiği! Askerlik görevimi yaklaşık beş ay boyunca Edirne’de yapmam Allah’ın şanslı kulu olduğumun bir göstergesi bana kalırsa. Osmanlı’nın izleri az da olsa mahfuz en eski sarayının temellerini ve bu sarayın mutfağını gördüm. Kırkpınar’ı, adalet kasrını, ibret taşını, hürmet taşını gördüm. Selimiye’yi özümsemeye çalıştım. Doyamadım elbette, zira memleketimin her köşesi doyulmaz güzelliklerle bezeli.
    5. Kayıt, “23” Elazığ. Gidemeyip göremediğim yerlerden. Memleketimde Elazığlılar da olmasa Elazığ’ı somut olarak hissedemeyeceğiz galiba. Klarnet, Kerkük’ten, Türkmeneli’nden göçler, divan edebiyatının şarkılara türkülere yansıması… Elde imkan olursa bir Kırıkkale türküsünü Hazar’ın kıyısında çağırsam.
spot_img

3 YORUMLAR

  1. Mustafa kardeşim, 41.kayıtta bahsi geçen “Cinayet Süsü” filmini bir kaç gün önce ben de izledim. Genel olarak beğendim ama eğer eleştiri yazsa idim senin takıldığın yerlerin aynısını dile getirirdim.

    Kayıtların 81’i bulur mu, ne dersin?

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz