9. Kayıt
Sevgili Günlük, bugün hitabım ne sana ne de okuyucuya. Bu hitabım, çokça mahcubiyetle Başbuğ’a…
Bizi sen imar ettin, en azından istikamet üzere eyledin. Bu yazıyı bana yazdıran da sensin, Tiryaki’nin deyişi ile kısa pantolondan arındırıp, bayrak yapan da sen. “Türk milletinin aydınlık geleceğinin müjdecileri” ilan ettin, “Evlatlarım,” dedin. Senin hitabına layık olabilmek için çabaladım, oldum mu bilmiyorum ama çalıştım Başbuğ’um, çalışıyorum. Bu yüzden gönlüm rahat. Türk evladına yaraşır hâl, hareket nasıl olur senden öğrendim. Öğrendiklerim üzere okudum, yazdım, konuştum. Sevdim insanları, Türk’ü sevenleri sevdim. Onlar da beni sevdi, bak sevgileri sayesinde yazabiliyorum. Senden sonra çok şeyler oldu. Bazıları o kadar kötü ki kıymet verip kelime harcamak bile istemiyorum o yaşanan kötü şeylere. Ama bir durumu bil Başbuğ’um, çünkü bu benim her gece gözlerimi dolduruyor. Bizi sevmiyorlar, seni sevdiğini iddia edenler bizi sevmiyorlar Başbuğ’um.
Bizi şu ara bir virüs vurdu Başbuğ’um. Bugün kabrini bile yalnız bıraktık bu bela yüzünden. Gittin gideli sayılıdır 4 Nisan’da sana gelmeyişim. Bu defa virüs engel oldu ve ben ona daha da bir kin doldum. Bizi evlere hapsetti, dışarı çıkmak zorunda olanları da tedirginliklere. İyi ki bugünleri görmedin Başbuğ’um, seni çok özledik evet ama bu zaman, bu çağ seni çok üzerdi. Bırak hak edenler üzülsün. Kötüler kaldı geride bırak onlar düşünsün.
Hürmetle önünde diz vuruyorum Başbuğ’um, ruhun şâd olsun…
8. Kayıt
00:30
1 Yeni Mesaj
“Pala düştü qguz”
Panikten “O” harfi “p” oluvermişti. Sevgili sevgilimin kedisi 5. kattan aşağı düşmüştü. Dün geceden payımıza düşen kaos başlamış oldu. Bizimki zaten canı ağzında yaşargillerden, ta Antalya’dan nasıl sakinleştiririm onu düşündüm. Kardeşi imdada yetişti, onunla konuştum. Acilen internetten ne kadar veteriner varsa aramalarını, açık olanını bulmalarını söyledim ki onlar da öyle düşünmüş ancak açık bir tane bile veteriner yoktu. Ben internetten neler yapılabilir ona bakarım, siz sürekli veteriner arayın dedim. Hayvanlara olan sevgimi bilen bilir, bilmeyen de bilsin; insanlardan daha çok severim çoğu zaman. Çünkü nettir hayvanlar, hinlik yaptıklarını bile gösterirler, gizlemezler. Türkçe sitelerde aynı terane, sonuç hepsinde “acilen bir veterinere götürün”. Yok işte yok. Nöbetçi eczane gibi, nöbetçi veteriner olayına girilmeli, yasal zorunluluk olmalı. Bilge geldi aklıma, hem kediler konusunda tecrübe sahibi hem de yabancı kaynakları benden iyi tarar, aradım. Sağ olsun yönlendirmeleri ile sabahı ettik ama nasıl ettik bir de bize sorun. Şerefsiz Pala’nın bir şeyi yokmuş Allah’tan. Dudağı yere sert vurma neticesinde patlamış bir tek. Ağzında biraz kan, görseniz nasıl da mahcup namussuz.
Haliyle sabah erken de kalkamadım, biraz akvaryumla ilgilendim. Yine dip odada karantinaya tabiyim onun dışında. Bulunduğum odanın balkonuna iş kıyafetlerini aşmıştım, benim mont 50 metre süzülmüş rüzgarda, uzun yollar katetmiş, kardeşim balkona çıkınca uzakta bir kırmızılık görmüş “Bu acaba abimin montu mu?” diye düşünmüş, bana haber verdi. Herif utanmasa şehri terk edecek ki o da yasak. Şehir dışındaki çevirmede polise ne diyecekti çok merak ediyorum. “Oğuz’a dar geldim, dar geliyor gardaşım, bu benliğim benliklere dar geliyor” mu diyecekti? Kolundan tuttuğum gibi binbir özür ile ikna ettim. Aşağı inerken yanıma aldığım kedi mamalarını da bizim Şerefsiz 1 ve Şerefsiz 2 arasında pay ettim. İkisinin de karnı burnunda, hâlâ bir kuytu bulup yavrulamamışlar. Apartman kapısını açık yakalamasınlar hoop bizim paspasa çıkıyorlar. Korkarım kapıya yavrulayacaklar. İki tanesi ile zor başa çıkıyorum o kadar şerefsizle nasıl uğraşırım. Allah’ım yardım et.
Doğa bir şekilde yolunu buluyor, biz insanları yene yene. Biz insanların ona açtığımız savaşta bizi vura vura geliyor. Birileri, suçsuz birileri, suçluların suçunun cezasını çekiyor. Belki de hepimiz doğarak işliyoruz bu suçu.
Tanrım! Sen, yarattıklarına saygı gösterip, sevenleri için bizi sev. Bizi sev ve kurtar…
7. Kayıt
İznimin ilk günü. Anamla ben ayaktayız, kitle daha uyanmadı. Balıkları yemledim. Biraz daha uyumak için yatağa geri döndüm. Yok, uyuyamıyorum. Kitap okudum, akvaryumla uğraştım biraz. Derken açlıktan ölecek gibi hissetmeye başlayınca önüme kahvaltım geldi. Bir süre daha dip odada tek takılacağım. Kırgızistan’daki Erkan Çakıcı abi ile görüntülü konuşma yaptık. Orada durumlar bizdekinden de karışık. Ne doğru düzgün bir sağlık sektörü var, ne de devletin verdiği herhangi bir bilgi. KFC’de sıradaydı Erkan abi, bilirsiniz burada KFC ürünleri hazırdır ve söyler söylemez siparişiniz teslim edilir. Orada öyle bir şey de yok. Adam benden önce yarım saattir sırada bekliyormuş bir kırk dakika da biz konuştuk hala sıradaydı ve sıranın kendisine gelmesine de epey sıra vardı. Neden böyle olduğunu sordum, bizdeki durum gibi olup olmadığını. Orada tavuğun da kesilmeye ikna edilme sürecinin olduğunu söyledi. Tedirginlikler, iyi dilekler vs. ile kapattık telefonu. Sonra İngiltere’deki kıymetli dostum Hacan (k ile okuyunuz) Atısh’ı aradım. O da doktora yapıyor, daha yeni online sunumdan çıkmış, üstünde takım elbise var zannettim, kalktı, altında şort. Nohut yapmış orada Mister Atısh, pilav falan. Helal olsun dostuma hem koronadan korunuyor hem ilim tahsil edip, hububattan da geri kalmıyor. Uzun bir muhabbet neticesinde kapattık. Elime kitabımı aldım, okurken uyumuşum. Müthiş bir rüya neticesinde kalktım.
Uygur Devleti’nde bir komedyenim ama aynı zamanda vakanüvis. Savaşmayı bilmiyorum. Karahitayların da nam salmış bir askeri var, peçe ile savaşıyor, ordunun da lideri. Onlarla savaşa giriyoruz. Biz çok daha kalabalığız, kıyafetlerimizin rengi sarı, karşı taraf mavi. Savaşmayı bilmediğim için ordunun en arkasına koyuyorlar beni ve o ünlü savaşçıyı kayda almam emri veriliyor, elimde de bu yazıyı yazarken kullandığım telefon var. Savaşın başı her şey bizim lehimize, derken bu yüzü peçeli savaşçı bizim ordunun içinden geçiyor. Sırayla, grup grup duran bütün Uygurları perişan ediyor. En arkada bir kulübenin duvarına saklanıyorum, aradan savaşçının fotoğrafını çekiyorum, o an kadraja bakıyor, beni görüyor, peçesi de açık. Güzelliği ile nam salmış Karahitayların meşhur prensesi bu savaşçı. Uygur grubunu öldürmeyi yarıda kesip benim yanıma geliyor, ben o sırada duvarın üzerinden aşmaya çalışıyorum, aşarsam bu yana gelmesi çok zor. Yanıma geliyor ve “Get öte pis dilenci” diyerek kargısı ile beni duvarın öte tarafına resmen yiteliyor. Yere düşmeden bir katmer kokusu alıyorum, ona uyandım. Meğer annem mutfakta, elinin lezzeti ile diyetime savaş açmış…
Ben de bir ananas gördüm manavda. Öyle salak gibi duruyor. Almak istedim, daha ben ellemeden ellerin oldu. Döndüm bir daha eve…