0,00 TRY

Sepetinizde ürün yok!

Zeynep Arpacı – Kayıtlar

2. Kayıt

Sabah ezanıyla ancak uyuyabildiğim için ikindi ezanıyla güne başladım. Bir de uykuya geçtiğim yer başka, uyandığımda kendimi yakaladığım yer bambaşka. O sürekli bahsettiğim baba yadigârı battaniye ile beraber tüm gün evin bütün kıvrılabilir köşelerini dolaşıp kestiriyoruz.

Uyandığım vaktin günün hangi saati olduğu mühim değil de dünya tarihinin zannedersem en vurdumduymaz ve telaşsız zamanları. Stok yaptığım sütle gevreğimi buluşturup, boş gözlerle mutfak camından dışarıya bakıyorum. Güneşe hasret kaldım. Gözümün içini delmesini bile özlediğimi fark ediyorum. Şeytanın tetikleyiciliğinde, günlerdir fırlatıldığı yerde duran emanet arabanın anahtarları gözüme ilişiyor. Aylar sonra direksiyon başına geçip, el frenine uzun uzun bakıyorum. Bir anda dünyaya döneyazıyor gibi hissedip, nereden başlayacağım konusunda tereddüt ediyorum. Sonra da güneşle vedalaşana dek bomboş sahilde camları kâh açıp kâh kapatarak radara girmeden basabildiğim kadar basıyorum. Allah’ım… Dünya alabildiğine güzel…

Adaların birer inci tanesi gibi sırayla izlendiği bir tepe bulup arabadan iniyorum. Güneş gözümü deliyor. Ellerimi kolonyayla mümkün olduğunca temizleyip bir sigara içiyorum. Etrafta şaşaalı, şahane villalar var. Huzur, bunlardan birinin içinde olmak olabilir mi? Yeşilse yeşil, havuzsa tamam, derya deniz eyvallah. Kendi içimle huzur münakaşasına giriyorum. Huzur bu kadar büyük şeylerden ziyade kendi kafamın içinde aradığım bir şeymiş onu zikrediyorum istemsiz. Ama kaçıncı gündeyiz, hâlâ bilmiyorum…

1.Kayıt

Dünya ölmeme gününü atlattık, ölmedik. Dünya tiyatrolar günü de geçti, Gürk’ün doğum gününü yedik. Babam zaten öldü. Ben 3 Ocak’tan beri evdeyim. Ölmek ve ölmemek arasında dehşetengiz bir süreç. Hem ölmek ile burun buruna gelmek; soğuk bir morg, yağmurlu bir mezarlık, kalabalık bir şehir merkezi… Hem de ardından dünyanın süresizce kapatılması. Dünya kepenklerini indirdi. Gözlerim hâlâ açık.

Bu arada bahsetmiş miydim, babam öldü. Bugün artık iki buçuk ay filan oldu babam öleli. Vefat kelimesini hiç sevmiyorum. Öldü işte. Bitti. Gitti. Yok artık. Bunu istediğin kadar yumuşat, hiçbir inceltme ifadesi ya da tavrı benim yaralarıma merhem değil. Bir baba ya vardır ya da yoktur. Yine de canın sağ olsun!

Yalnız sana bir şey söyleyeyim mi Baba, maşallah yine mükemmel bir zamanlama.. Senden sonra binlerce kişi öldü. Ben bir ölümün nasıl güzel, bir cenazenin ne kadar kalabalık olması gerektiğinin ayırdına ancak şu günlerde varabiliyorum.

Geçenlerde buralardan tanıştığım bir arkadaşım, -Ege’nin en güzel şehrinde yaşıyor- ‘geceleri kocamla yatağa uzandığımızda kafamızdaki felaket senaryolarından sıyrılabilmek için mutfağa gidip sırayla bir çikolatayı paylaşıyoruz’ dedi. Bana eski savaş günlerini, soy katliamlarını filan hatırlattı bu kısacık anı. Çocukluğumdan aklımda kalan, nüfus sayımı için uygulanan sokağa çıkma yasakları haricinde çok az olağanüstü hâllerle karşılaştım bu ülkede. Oysa bir de şey vardı hani; Bodrum’a gitmek üzereyken 15 Temmuz’a denk gelişim ve neler olup bittiğini anlamak için gece yarısı seni arayışımı anımsadım. Sadece birkaç hafta daha yaşayabilseydin her akşam ülke ve dünya kritiği yapar, yine işleri düzeltemeden kapatırdık telefonu. Ben bu ülkeyi en çok seninle savaşarak kurtarmak istedim. Ama sen onca savaştan, sıkıyönetimden, cezaevinden, ideolojiden yorgun bir bıçkın Herkül’dün. Vaktin olmadığı gibi hâlin de yoktu belki. Fakat başparmağının bileğinle buluştuğu yeri her sevgiyle ısırdığımda bileğimi tutuşun sertçeydi. O gücü sende hayatım süresince hep görmüştüm.

Ben sana anlatayım. Mutfaktayım hep. Mutfak dediğime bakma. Aslında tam bir kara delik. Bir de senden sonra redaksiyonlar, tez çalışmaları, taşınmaklar ve sair, o kadar didiklendim ki, bir ara durup şöyle dedim; ‘Ee? Hani ben daha bir battaniyenin altında hıçkıra hıçkıra iç çekecek, ağlayacak, hep babamı düşünecektim ve depresyona girecektim?’ Dünya böyle bir yer babacığım galiba. Bir gün açık, bir sonraki gün tümüyle kapalı…

Sorma, iyice tımarhaneye döndü buralar. Artık şöyle “hayırlısı olsun” denecek tat bile yok. Tam anlamıyla distopya. ‘Kıyamet kopmadıysa bile başka şeyler oldu’ denir ya. Belki de kıyamet kopmuştur. Başka bir türün başlangıcına olanca hızda savruluyoruzdur. Belki ben bir daha hiçbir zaman listelediğim kitapları okumaya yetişemeyeceğim. Belki bir sahil kasabasına asla yerleşemeyeceğim. Belki ‘anne’ diye seslenen minik neslime ‘efendim’ diyemeyeceğim. Belki sigara yine zamlanacak ve kaçak tütünden kanser olacağım, belki salonumun duvarını istediğim renge asla boyatamayacak ve o çok beğendiğim orta sehpayı alamayacağım.

Bugünlerde en çok acı çekiyor ve brokoli pişiriyorum. Bir de günde üç sayfa redaksiyon yapıp on beş sayfa da kitap okuyorum. Son saydıklarım vicdanımı doyurmak adına. Bütün kış vicdanımı susturmak için sırt çantamda taşıdığım kitaplar geliyor aklıma. Sonra ‘olsun’ diyorum, ‘vakti vardır.’

Aslında ölüm gibi pek çok şeyin vakti tayin edilmiş fakat o derece de zamansız. Çat diye yüzüne tükürüyor dünya.

Yeni şeyler öğreniyorum bu sürekli perdeleri kapalı, panjurları inik, duvarları şimdilik beyaz evimde. Mesela bir battaniyenin kutsallığını… Üstelik bu battaniye benden sana kalan üç beş şeyden sadece biri. Bazı geceler dünyanın üzerine çöreklenen bu karabasana, bazı gecelerde de sana o battaniyeyi başıma çekip ağlıyorum. Ölmemek için, ölmesinler diye, öldüğün sebeple.

Ölüm, kendi sonuma dek kapanmayacak yara bana. Bu yüzden daha uzun yaşamak ve daha çok sigara tüketmek için bunca brokoli haşlayıp çorba yapmam.[/vc_column_text][/vc_column][/vc_row]

spot_img

1 Yorum

  1. Babasının kızı. Sağlıklı ömür diliyorum sevgili Zeynep. Karanlıkta kaldığınız geceleri aydınlatan o cam içindeki küçük torbalı ismini bilmediğin o alet çocukluk yıllarımızın en büyük ışık kaynaklarından “lüks” idi. Binleri aydınlatıp gönül dünyalarına ışık olan bir babanın evladına selamlar sevgiler gönderiyorum. Güzel günler yakın olsun inşallah. Nazmi Polat-Samsun

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz