0,00 TRY

Sepetinizde ürün yok!

Abdurrahim Zararsız – Kayıtlar

7. Kayıt

Nasıl ki Dünyamızın kutupları varsa ve oralarda altı ay gündüz altı ay gece oluyorsa, birlikte uzay ve zamanda gerçekleştirdiğimiz seyrin dahi kutupları olduğunu, 2020 yılı ile başlayan bu meşum sürecin de o kutlardan birinin bir nevi gecesi olduğunu düşünüyorum. Umarım bu karanlık süreç Dünyanın kutuplarında yaşanan geceden daha uzun sürmez. Beşinci aya girmiş bulunuyoruz ve şimdiden ufukta aydınlık şafağa dair huzmeler belirdi. Dilerim ufkumuzdaki bu aydınlık çizgi bir fecri kâzip  (Yalancı fecir) değildir.

Sadece insanlık tarihi değil yer kürenin tarihi de benzer süreçler yaşandığına dair veriler sunuyor bizlere. Öyle veya böyle bu da geçecektir. Eskilerin “Bu da geçer ya hu!” deyişi gönlümüzü ferahlatıyor. Geçtiğimiz günlerde Ferdi Tayfur üzerine ihtisası bulunan bir arkadaşımın hatırlattığı şarkı sözleri de bu duruma uygun düşebilir.

Ne kadar yaşasan doymazsın dünyaya
düşün taşın bir kere hayat benzer rüyaya
umdukların olmuyor dalma derin hülyaya
üzgün olsan ağlasan bu günler yaşanacak.

Bazen hayatın yükü ağırdır çekeceksin
bu benim son nasibim kaderim diyeceksin
yarın nasıl geçecek nereden bileceksin
üzgün olsan ağlasan bu günler yaşanacak.

Bütün bu notlarımı sıkıntılı bir dönemde kaleme aldığım için satırlarımın arasında umut, temenni ve dua cümleleri eksik olmuyor. Ezcümle, korona günlüklerindeki son kayıt olmasını temenni ederek 7. Kaydımı noktalıyorum.

6. Kayıt

Ufak çaplı bir projeksiyon mahiyetinde kaleme aldığım 4. Kayıtta yer alan “Bir İhtimaldir…” başlığı altındaki ön görülerim neredeyse bire bir gerçekleşiyor. Bu umut verici gelişmelerin ardından psikolojik bir rahatlama, bedensel bir gevşeme hissetmedim değilim. Bu durumun kaleme nasıl yansıdığını ise aşağıdaki satırlarda bulacağınızı sanıyorum.

Hava, dışarda şimdilik mevsim normallerinde, evde ise internetten sipariş verdiğimiz Ukulele isimli şirin müzik aletinin gelmesi ile farklı seyrediyor. Üniversite sınavlarına hazırlanan kızımız çalışmalarına verdiği aralarda aktif dinlenme yaparak yine internetten aldığı derslerle aleti tıngırdatma işini hayli ilerletti. Bize küçük tatlı dinletiler bile sunuyor.

Su, Ab-ı Hayattır. Ramazan ayında suyun değerini daha iyi anlıyoruz. Korona’dan korunacağız derken hesapsız kullanarak başımıza daha büyük dertler açmayız umarım.

Kurt… O buraya sığmaz azizim. Ha, elma kurdu, ağaç kurdu dersen onu da yazdığıma değmez.

Kuşlar, dünyamızda belki de en fazla türü olan canlılar. Bunlardan bir tanesi de bir haftalığına emanet olarak bırakılmıştı ancak bir aydır bizde. Şehirlerarası seyahat kısıtlaması nedeni ile ‘pır pır’ isimli bu şirin muhabbet kuşunun sahipleri Ankara’ya dönemediler. Dahası bu iş bittiğinde de ciddi ciddi memlekete taşınmayı düşünüyorlar. Aslına bakılırsa hali hazırda bizim de kafesteki o kuşcağızdan pek farkımız yok. Kafeslerimizin kapılarının bir an önce ardına kadar açılması temennileri ile kaydı sonlandırıyorum.

5. Kayıt

Yazılıp çizilenlerden anladığım kadarıyla karantina günlerinde okuma oranları bir hayli yükseldi. Bende ise bunun tam tersi bir durum söz konusu. Önceden ortalama iki günde bir kitap okuyorken son yirmi beş günde okuyabildiğim kitap sayısı sadece üç. O kadar boş zamanda ne yapıyorsun derseniz, efendim iş nöbetine gitmediğim zamanlarda Han’ımın emrinde çalışıyorum.

Bazı arkadaşlar günlüklerinde çeşitli listelere yer veriyorlar. İzlenecek film, dizi listesinden okunacak kitap listesine hatta karantina bittikten sonra yapılacaklar listesine kadar. Ben de üç maddelik bir listesi yaptım. İlk sırada neredeyse rutine binen ayarımı yeniden alt üst edecek bol tartışmalı bol eleştirili arkadaş sohbetleri var. İkinci olarak yapmak istediğim şey tabiatın kucağına koşmak. Mümkünse köye gitmek. Üçüncüsü ise eski okuma hızımı yeniden yakalamak.

Sadede gelelim; Peş peşe birer doz Jean-Jacques Rousseau ve Hüseyin Nihal Atsız’ı dimağa indirdikten sonra araya koruyucu niyetine bir şeyler atmaya karar vermiştim ki, iş arkadaşımın masasında Ahmet Ümit’in Bab-ı Esrar isimli romanı gözüme ilişti. Eski ama eskimeyen bir sıkıntım da böylece yeniden gündemime girmiş oldu. Yazarı tartışacak veya romanla ilgili edebi eleştiriye girişecek değilim. Konu o kitapta da bahsi geçen tarihi iki şahsiyet, Şems ve Rumi ile ilgili yazılanların ve anlatılanların düşündürdükleri… Bu zatların ilişkisini daima anlamsız ve abartılı buldum. Yazılan ve anlatılanlar diyorum çünkü gerçek bambaşka olabilir. İşin aslını net bir şekilde bu dünyada öğrenemeyeceğimiz açık. Bu yaşıma kadar teviller ve tasavvuf benzeri çeşitli izahlar beni ikna edemedi. Akıl, mantık, inanç… Hangi süzgeçten geçirsem olmuyor. Ah! Şimdi kimi ayarlı kimi ayarsız altı kişiden oluşan grubumuzla bir araya gelip bu konuyu tartışmak vardı ya… Neyse…

4.Kayıt

Bir ihtimaldir…
Karantinanın otuz sekizinci günü: Bu akşam Sağlık Bakanlığınca açıklanan rakamlar umudumuzu iyice artırdı. Beş gün önce gördüğümüz zirveden sonra açıklanan veriler inişin çıkıştan üç kat daha hızlı gerçekleştiğini gösteriyor. Böyle giderse on güne kadar virüs tamamen bloke edilmiş olacak. Ardından her şeyin tamamen normale dönmesi birkaç gün sürebilirmiş.
Diğer bir ihtimaldir…

Karantinanın yüz kırk dokuzuncu günü: Bu gün eşimle beraber torbanın dibinde kalan unu, bardaklara bölerek ayırdık. Beş su bardağı un, beş gün… Elektrik ve su akışı dün itibari ile birer saat daha kısıtlandı. Buna göre; Musluklardan ancak günde üç saat su verilecek. Sular geldiğinde fazla abartmamak kaydı ile beşlik petlere su doldurup bir kenara koyuyoruz. Elektrikten ise akşam 18’den gece 11’e, Sabah 6’dan 9.00’ a kadar yararlanabileceğiz. Dolayısıyla televizyon yayını da bu duruma uyumlu olarak gerçekleşecek. GSM Operatörleri de aynı şekilde servis sağlıyorlar.
Karantinanın yüz ellinci günü: Dün akşam TRT 1 yayını da kesildi. Açtığınızda ekranda necefli maşrapa resmi arzı endam ediyor. Açık olan kanallar ise şunlar: TRT Haber, NTV, CNN ve Fox Tv. Onlar da pekiyi haberler vermiyorlar.
Ülke dışından haberler ise eskisi gibi sık gelmiyor. Gelenler ise virüs felaketini dibine kadar yaşamaya devam ettikleri yönündeki rutin bilgiler. Duyduğumuz en son değişik haber İtalya ve İspanyanın bu belayı başlarından def eder etmez İngiltere’nin yaptığı gibi AB den ayrılış için İtexsıt ve Esexsit referandumları için çalışma başlatacakları yönündeydi.
Bu arada, evde okunacak kitap ve dergi kalmadı.
Karantinanın yüz eli birinci günü: Sokaklardaki çöpler ancak on günde bir alınabiliyor. Kaldırımlarda düşüp kalan insan cesetleri ise en iyi ihtimalle 6-7 saat hatta bazen bir gün sonra kaldırılıyor. Artık hiçbir şeyden korku duymuyoruz. Günler geçtikçe, karantinanın ilk günlerinde aldığımız kilolarla birlikte korkularımızı da birer birer erittik.

Karantinanın yüz elli beşinci günü: Bu gün akşama doğru son bardak unumuzdan ekmek yapıp dört kişi paylaştık. Birbirimize, kaçınılmaz sona doğru yavaş yavaş hazırlanmamız gerektiğinden bahsederken peş peşe iki kez telefonla arandık. İlkinde bir yakınımızın daha vefat haberini aldık. Artık bu tür haberler aldığımızda hislerimiz allak bullak oluyor. Ne hüzün ne acı ne de öfke… Tarifi mümkün olmayan garip bir duygu… İkincisine ise normalde sevinmemiz gerekiyordu ama onu da beceremedik. Hafif bir burukluk yaşadık sadece. Genel karantina başlamadan hemen önce beraber yaşadığı kızını da alıp Antalya Toroslarındaki Yörük yaylasında iki oğlu ile yaşayan kız kardeşinin yanına giden yan komşumuzdu arayan. Gitmeden evinin anahtarını bize bırakmıştı. Kilerinde epeyce erzak ve dolabının buzluğunda et ve tavuk olduğunu eğer bozulmadılar ise alabileceğimizi söyledi. Onların durumu şimdilik gayet iyiymiş. Tamamen organik yayla ürünleri ile besleniyorlarmış. Civar köylerden hala değiş tokuş yolu ile buğday ve un temin edebiliyorlarmış.

Bir ihtimal daha var…

3. Kayıt

İlk iki kaydı mizahi bir üslupla kaleme almıştım. Şimdi biraz da ciddi şeylerden bahsetmenin, yeni bir şeyler söylemenin zamanıdır.

Tüm Dünyanın sağlık sistemini sarsan Korona Virüs aynı zamanda inançlarımızı da sarsıyor. Görüyorum ki; Yahudi’sinden Hristiyan’ına, Ateistinden Müslüman’ına kadar birçok dinden ve inanıştan insan bu sarsıntıdan nasibini alıyor. Almalıdır da. Nasıl ki, çürük çarık, cılız meyvelerle dolu bir ağacı sarsıp hastalıklı yüklerinden kurtararak geride kalanların daha sağlıklı gelişmesini sağlıyorsak bu durumu da ona benzetebiliriz. Bu yaşananları, hurafelerden, sapkın inanışlardan ve müphem beklentilerle avunmaktan kurtulmak için fırsata çevirebiliriz. Mesela, Mehdi ve Mesih veya kıyametin en büyük alametleri arasında sayılan Deccal… Sizce Deccal Korona Virüs olabilir mi? Yoksa Kovid-19 ‘Dabbetül Arz’ mıdır?

Gördünüz mü güvendiğimiz dağlara nasıl kar yağıyor. Tutunduğumuz dallar elimize bir bir nasıl geliyor. Keramet ehli saydıklarımız, süper güç bildiklerimiz nasıl acze düşüyor. Gelin, gözle görülemeyecek kadar küçük olan bir virüsle baş edemeyen pozitif bilimi de mistik inanışlarımızı da yeniden gözden geçirelim. Özellikle mümin kardeşlerimden şöyle bir itiraz gelecektir. “İslam, son ve yegâne hak dindir. Sarsılmaz.” Amenna! Burada sorgulanan dinin kendisi veya bilimsellik değildir. Müslümanlar olarak neye nasıl inandığımız ve inandığımız değerleri özümüzde ne kadar yaşattığımızdır. Bilim karşısındaki duruşumuzdur.

Ey insanlar! Beklediğimiz Mesih ne Şam’a ne de çama, in me ye cek. Ey Müslümanlar! Beklediğimiz Mehdi ne doğudan ne de batıdan, gel me ye cek. “İyi de, nasıl kurtuluşa ereceğiz?” diye soracak olursanız, ‘El âlem ne der’ putundan ‘hoca efendi’ putuna, ‘şeyh efendi’ putundan siyasi putlarımıza ve çağın en büyüğü olan kapitalizm putuna kadar ne kadar putumuz varsa hepsini kırıp gönlümüzden attığımızda daha önce onların gölgelediği alanlara dolan ışıkla hidayete erip yeniden aydınlanacağız. Bu son cümleyi okuyup “Bre zındık! Sen büyüklerimiz hakkında nasıl böyle konuşursun. Çarpılacaksın.” diye uyaran veya bizzat çarpmak isteyenler olacaktır elbette.  Bak kardeşim, çarpan çarpıyor zaten. Üç harfli bir ırkın yaşadığı coğrafyadan tüm dünyaya yayılan virüs, hepimizin feleğini şaşırtıyor. Öyle ki, ya korkudan evden çıkamıyoruz ya da ağzımız gözümüz eğilmesin diye maske üstüne maske takıyoruz.  Yüzüne o maskeyi takarken kulağına da şu küpeyi tak. Büyüğünün sözünü nas gibi algılayanlar Allah’ın muhkem ayetleriyle amel ederken dahi onun gözüne bakarlar. Şeyhinin yüzünü Allah’ın sözünün önünden çek. Aklını ağabeyinin cebinden çıkar. Ve her gün beş defa durduğun namazda defalarca verdiğin sözü tut. “… Yalnız sana kulluk eder yalnız senden yardım dileriz…”

2. Kayıt

İlk kayıtta Corona Virüs ve yeni tipi Covid-19 un isimlerini nereden aldıklarını anlatmıştım. Halk arasında dolaşan anlatıya göre Çorum’da yaşayan, ‘Kör Ana’ olarak bilinen ihtiyar otacı kadın ve oğlu Cavit’in katkıları sonucunda bu adlarla bilinir olmuşlardı. Bu hikâye bana lise yıllarında şahit olduğum başka bir olayı hatırlattı. Bu gün de bu ilginç hadiseyi aktaracağım sizlere.

Sınıfımızda nerdeyse her dönem başka bir kıza asılan ve bu yüzden adı Yarasa Yaşar’a çıkan bir arkadaşımız vardı. Yaşar bu işi o kadar ileri götürmüştü ki tüm sınıf asıldığı kızların listesini sırasıyla sayar olmuştu. ‘’… Kezban 6, Emel 7, Meltem 8 ve Cavidan 9.’’ Diye. İşte ben de Covit-19’un çağrışımı sonucu hatırladım Cavidan 9’u ve Yaşar’ı. Malum olduğu üzere Covit-19 bizi evlerimize tıkması sonucu bu zamana kadar ihmal ettiğimiz eş, dost, akraba ve arkadaşlarımızı telefonla arama faaliyetlerimizde gözle görülür bir artış yaşanıyor. Bu bağlam da ben de neredeyse otuz yıldır görüşmediğim Yarasa Yaşar’ı numarasını görüşmeye devam ettiğini bildiğim bir ortak arkadaştan alarak aradım. Hem şaşırdı hem sevindi. Epeyce de dertleştik. Yaşar lisenin son döneminde listeye aldığı Cavidan 9 ile evlenmiş. Lise bitip babasının oto sanayideki kaporta-motor dükkânına transfer olunca yeni kızlar göremediği gibi gördükleri de ona yüz vermemiş çünkü. Bu gün de şöyle bir dua ile bitirelim. Allah Yaşar ile Cavidan’ı bir yastıkta kocatsın. Ömür boyu mutluluk içinde birlikte olsunlar. Bizi ise bir an önce Covid-19’dan ayırıp kurtarsın.

1. Kayıt

Bu ilk günlüğüme, Corona Virüs ve bu yeni tipinin adlarının nereden geldiği ile ilgili halk arasında dolaşan mizahi bir hikâyeyi özetleyerek başlayayım: Efendim, rivayet odur ki bundan yıllar önce malum virüs illeti ile baş etmeye çalışan bilim adamları bir Türk doktor vasıtası ile Çorum’un dağ köyünde yaşayan ‘Kör Ana’ namlı bir otacı kadınla irtibata geçerler. Kör Ana bu hastalığa kendi adının verilmesi şartı ile yardım edebileceğini söyler. Teklifi kabul edilir ve bu virüs türü bozuk bir telaffuzla da olsa artık “korona” olarak tanımlanır. Kör Ana dağdan taştan topladığı otlarla ilaçlar yapar ve bu sayede bundan önceki virüstük hadiseler nispeten kolay atlatılır. Havaya giren bilim insanları bu son olayda kendi kendilerine baş edebileceklerini düşündüklerinden Kör Ana’yı arayıp sormazlar. Ancak malum olduğu üzere iş çığırından çıktıktan sonra Çorum’a gelirler. Ancak yaşlı Kör Ana ölmüştür. Bu sefer oğlu Cavit’i bulurlar. Cavit, anasının bildiği her şeyi kendisine öğrettiğini, yeni tip Corona Virüs’e kendi adının verilmesi halinde yardımda bulunabileceğini söyler. Böylece bu yeni tipin adı plaka düşkünü Cavit’in ısrarı sonucu Covid-19 olarak belirlenir. Hatırlayın, 2019’un Aralık ayında ortaya çıkan virüsün ismi 2020 Nisan ortalarına doğru ancak açıklanmıştı. Boşuna değilmiş. Anlaşılan o ki hem Çorum’a gelmekte geç kalınması hem de Cavit’in anası kadar tecrübeli olmaması bu sefer işin uzamasına neden oluyor. Ne diyelim, Allah beterinden saklasın.

spot_img

8 YORUMLAR

  1. Korona günleri biterse bu güzel günlükleri nasıl okuyacağız? Yazarlık çoğu zaman zor şartlar altında daha iyi filizleniyor.

    • “Yazar” benim için iddialı bir söylem. Üzerime alınmadan söyleyeyim. Yazarın zor şartları bitmez. Bulur kendine bir sıkıntı. Bir daha böyle kötü günler yaşamayalım da sıkıntı değil böyle günlükler yazmasak da olur.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz