Şıp… Şıp…
Bakışları, yere düşen iki damla kırmızılıkta donup kaldı. Saç kesilirken kan akmayacağını bilecek kadar büyümüştü. Kulak memesindeki acıyla birlikte bir de yanma hissetti. Küçücük bedeni, oturduğu kuaför koltuğunda daha da küçüldü. O sırada teyzesi, yanındaki ahbaplarıyla koyu bir sohbete dalmıştı. Başının dört bir yanına taranmış ıslak saçlarının arasından, boncuk gözleriyle teyzesinin ona bakmasını bekliyordu. İnceden bir “Ah” sesini çıkarmasaydı Leyla’yı, dilsiz zannedebilirlerdi.
Kuaförün meraklı kulaklarının yanı sıra, gözlerinin de sohbet eden kadınlarda olduğunu gören, bir tek küçük Leyla idi. Teyzesi, Leyla’nın inleme sesini duyar duymaz yerinden fırladı. Önce, yerdeki kan damlalarına sonra da yeğeninin yüzüne şaşkınlıkla baktı. Bu kısacık sürede ise bizim çalçene kuaför, tam saçını kesecekken çocuğun kıpırdağını ve makasın kulak memesine denk geldiğini bir çırpıda söyleyerek kabahati yavrucağa yükleyiverdi.
Ablasının işlerinden dolayı Leyla’yı kuaföre götürme işi teyzesine kalmıştı. Çocuk emanet, kuaför de tanıdık olunca sesini çıkaramadı tabiî. Yeğenine, endişe dolu gözlerle bakarken kıpırdamaması gerektiğini tembihlemeyi ihmal etmemişti. Kuaföre de mahcup bir ses tonuyla bir şeyler söyledi fakat Leyla, o anda bunu anlayacak durumda değildi.