0,00 TRY

Sepetinizde ürün yok!

Kezban Paris’teyse, Bahar da Amerika’da!

Ne oldu da üzerinden yıllar geçmiş, mâzinin malı olmuş, ne çekenin, ne yazanın, ne de oynayanın hâtırasında bir kaç nörondan fazlasını yakmayacak bir filmi gündemime aldım acaba? Övgüye lâyık ya da yergisinden ikramiye yenecek bunca güncel film varken, kaknem eleştirmenlerin el sürmeye tenezzül dahi etmeyeceği bir “piyasa ürününü” neden yazmaya karar verdim? Çünkü benim için böyle bir filmi eleştirmek, filmden ziyade “film piyasasını” eleştirmek demek… Böyle bir filmi eleştirmek, yıllardır içimde büyüttüğüm birtakım düşüncelerin, ok gibi fırlayarak, muhatabına ulaşma şansını yakalaması demek. Evet, çok eski bir filmden; daha doğrusu beyaz perdede gösterilen bir dizi finalinden bahsetmek ve onun başlattığı “çarpık kültürleşmenin” etkileri üzerine yakınmak istiyorum. Konumuz: “Asmalı Konak: Hayat.”

Biliyorsunuz Türkiye’de üç şey sıklıkla yapılır, ama ortamlarda uluorta söylenmez: Yerli dizi izlemek, herkesin bildiği müzisyenlerin icra ettiği bakkal müziğini dinlemek ve intihâl. Bizim konumuz şimdilik ilkiyle yakından alâkalı; Türkiye’nin 2000’li yılların hemen başında ülke gündemine yerleşmiş fenomen dizisi Asmalı Konak. Yönetmeni Çağan Irmak’ın bile sonradan sonraya, “Ya ben aklımdaki sinema filmlerini çekebilmek için, bir ara mecburen TV dizisi yönetmenliği yaptım” anlamına gelen sözleriyle ötekileştirdiği bu dizi, hiçbir “aydınımızın” kabul etmekten hoşlanmayacağı şekilde gündeme oturmuştu. Yayınlandığı günlerde millî maçlardan daha fazla reyting alıyor, sokaklar tenhâlaşıyor, kadınlar gözlerine “Dicle sürmesi” çekmek isterken, erkekler üç düğmeli takım elbiseleri bir kenara atıp, “Seymen Ağa” ile birlikte “Blazer” cekete terfi ediyordu.

Memleketin özellikle ithal dizilerden kültürel kodlar devşirmesi pek de yabancı olduğumuz bir hâdise değil; ama feodal sisteme dair herhangi bir ibâre barındırmayan Kapadokya’da yeşeren “ağalık” öyküsünün bu derece tutması, o dönemlerde yeni yeni filizlenmekte olan “malûm” siyasî hareketin öncüllerini bize gösteriyordu belki de, kim bilir…

Sinematik Frenk Uyuzu

Pekiyi, neden bunca sene sonra Asmalı Konak’ın final bölümünü sinema perdesine taşıyan bu filmi, bu sayfalara konuk etmeye karar verdim? Çünkü, özellikle son dönem festival filmlerinde yaygınlaştığını hissettiğim bir hastalığın teşhisini en iyi bu film üzerinde koyabileceğimi düşünüyorum. Hastalığın adı: “Sinematik Frenk Uyuzu.”
Merak etmeyin; birdenbire boyunda belirerek geri süblimleşen fular esprisi yapıp, olayı ne idüğü âşikâr bir boyuta çekmeyeceğim. Benim derdim, filmine tek plan sahne koyduğu için büyük yönetmenlik mertebesine erişen “deneyselci”lerle falan değil. Benim derdim; gişe sinemasına sırt çeviren, dizi izleyicisini aşağılayan, içinden çıktığı kültürü “avam” bulduğu için kötüleyip rezidans dairesinin kredisini bu kültürün kaymağını tırtıklayarak ödeyen “Karaköy üç harflisi” ile. (Mâlum, Karaköy’de bir mekânın isminin 3’ten fazla harf içerdiğini görmek bir lüks.)

[vc_cta h2=”Yazının devamı Ayarsız dergisinde” style=”3d” add_button=”right” btn_title=”Abonelik Formu” btn_style=”3d” btn_shape=”square” btn_color=”danger” btn_link=”url:http%3A%2F%2Fayarsiz.net%2Fabonelik-formu%2F|||”]Ayarsız dergisini kitapçılardan edinebilir veya Abonelik formunu doldurarak adresinize getirtebilirsiniz.[/vc_cta]

spot_img

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz