0,00 TRY

Sepetinizde ürün yok!

Goygoynâme’den Âfâkî ve “Muhtasar Tarih Notları”(!)

“Akıp giden seloğluyuz
Yol bizimdir yoloğluyuz”
Pir Elvan

Sait Faik’in Kameriyeli Mezar’ındaki Ayşe Hanımı çok sevmişimdir. O, merhum kocasının resmiyle muhâvere etmeden iş görmeyen, rûhu eski hâtırâların gölgesinde solmuş yaşlı kadını; ama benim ubûdiyetle bağlanacağım kadın tipi o değil. Üstelik o yaşa kadar hayat sürdü mü, ayrı kalsanız da tahassürünüz çok da yakıcı olmaz. Oysa ölümün gencecik yaşta soldurup yok ettiği, beyaz ve arık bedenini toprağa karıp kattığı, geriye o soluk ve fakat lekesiz yüzünden başka hatırlanacak hiçbir bergüzârın kalmadığı genç kadınlar… Öylesini hiç tanımasam da (En azından ölüp gidenini), hikâyesi bile kâlbimi ürpertir. Batı’nın mustaripleri içinde en sevdiğim adam Edgar Allan Poe’dur. Kasâvet dolu öykülerin “ölüm düşleri arasında” kendini yitirmiş müellifi olan şâir, muzlim bir sonbahar akşamı Baltimore’da bir meyhânede pek kötü hâlde bulunmuş, kaldırıldığı hastânede vefât etmiştir. Gotik öykülere, Shelley’ye, Wallpole’a, Stoker’a olan ilgi ve alâkamın kaynağı da Poe’dur; ama Poe’ya olan ilgimin kaynağı rahmetli babamdır. Babam, ana dili gibi İngilizce konuşurdu. Bana da sürekli öğrenmemi telkin ederdi. Küçükken gittiğimiz Gülhane şenliklerinden sonra Sultanahmet’te çevirdiği turistlerle beni muhâvereye sokmak için çabalar, ben moronca tepkiler verince kendisi sohbete koyulurdu. Sonra da bön bön bakan bana biteviye “Bir dil bir insan, iki dil iki insan” deyip “Şimdi sana Edgar Allan Poe’dan bir şiir okuyayım, bak âhenge bak” deyip “It was many and many years ago / In a kingdom by the sea” diye o tok sesiyle Annabel Lee’ye başlardı. İngilizcesi, pederin tok sesiyle bana tesir eder, Türkçe açıklaması da öykünün içine çekerdi: Deniz Krallığında göklerin perileri tarafından kıskanılan bir çift ve ölen bir genç kızın ardından yakılan ağıt ilh. Sonraları Poe’yu okuyup karıştırdıkça baktım ki bu adamda kemmiyet olarak olmasa da keyfiyet açısından “ölmüş genç kadın” imgesi çok kuvvetli. Bunlar, ne hikmetse, benim aklıma hep beyaz yüzlü kadınlar olarak yerleşmişlerdir, bakışları ruhânî… Belki bir yaşam enerjisine sâhiptiler, tekrar okumam gerek; ama nedense ruh gibi figürler olarak hıfzetmişim hepsini. Gencecik gitmişler: Berenice, Ligeia, Lenore gibi… Akranlarımdan çok önceki yaşlarda, yâni bilmemin beklenmeyeceği ilkokul yaşlarında Poe’yu biliyordum. Pedere Allah rahmet eylesin, beyaz yüzlü kızların ölüm solgunluğuna da, mezar kitâbelerinden mürekkep manzaralara da sâyesinde meftûnumdur. Onun rüyet-i muhâsebesi gibi, bana olan tesirleri de tabiî çok kişisel mevzular. Kişisel târihimin pek çok müziç ayrıntısından biri olarak kenarda durabilir; ama öyle zannediyorum ki, bâzı teşnegî ve eğilimlerimizin arkasında kişisel olmanın çok ötesinde, etno-psikolojik desek çok da şekilsiz durmayacak birtakım hâdiselerin, târihin derinliklerinde kalıp bulutlanmış ve muğlaklaşmış gerçeklikleri yatıyor.

[vc_cta h2=”Yazının devamı Ayarsız dergisinde” style=”3d” add_button=”right” btn_title=”Abonelik Formu” btn_style=”3d” btn_shape=”square” btn_color=”danger” btn_link=”url:http%3A%2F%2Fayarsiz.net%2Fabonelik-formu%2F|||”]Ayarsız dergisini kitapçılardan edinebilir veya Abonelik formunu doldurarak adresinize getirtebilirsiniz.[/vc_cta]

Önceki İçerik
Sonraki İçerik
spot_img

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz