Yeryüzünde hiçbir şey iki insanı
birbirine aynı düşmana karşı mücadele vermekten
daha fazla yaklaştıramazBirdal Akar, Türkdönmez ve Ötekiler, s. 67.
Birdal Akar’la sanırım 2016’nın bir kış günü Galata Köprüsü üzerinde ayaküstü tanışmıştım. O sırada “Kahraman Hayvanlar Gazeli” Ayarsız’da henüz yayınlanmamış, Konfüçyüs ve Lao Zi çevirileri Ötüken’den henüz çıkmamıştı; ama elimde Epiktetos’un Yunanca aslından çevirdiği Söylevler vardı ve burada Zeus’un bahsettiği “görünüşleri kullanma yeteneği”nin, kendisine tanrılar tarafından bolca bahşedilmiş olabileceğine dâir herhangi bir fikrim yoktu. Ta ki Türkdönmez ve Ötekiler adlı romanı çıkana ve ben bu romanı okuyana dek… “Görünüşleri kullanma yeteneği” nedir? Zeus’un dediğine göre bir şeylerden iğrenme veya bir şeyleri arzulama, onlara yönelme veya onlardan kaçma melekesidir bu. Böylece buna sahip insanın ayaklarına hiçbir şey dolanmayacak, hiçbir şeyden acı duymayıp şikâyetçi olmayacak ve asla dalkavukluk etmeyecektir. Oysa Türkdönmez ve Ötekiler öyle bir şikâyetnâme, ayağa dolanan nesnelerin ıztırâriyle koparılmış öyle bir çığlıktır ki, her aşırılığın zıddına inkılâb etmesi kânûnu mûcebince bu kadar tazallümâttan kendisini ve içinde bulunduğu cemiyeti tokatlaya tokatlaya arınmış, zevâl bulmayacak bir kalem sâhibinin silüeti tebellür etmektedir.
Euphemismden uzak bir metindir Türkdönmez ve Ötekiler; zîrâ bu kavramın arkasında birtakım tiksindirici hâl ve edimlerin gizlenmesine dönük bir kaypaklığa musâb olma hâli vardır. Bütün gizem, acı ve ıztırâbını ortaya seren bir adamın ayağına dolanacak, yakınacağı ve dalkavukluk edeceği sebepleri ortadan kalkar. Osmanlı kaynaklarında euphemism adamına göre ifâde buluyor; meselâ ölüm konusunda: Şehzadeler katledildiğinde; “canı cennete ısmarlandı”, “Firdevs bahçelerinde mülkü oldu”, “canına kanat takıldı” gibi anlatımlar olayın şiddetini epey yumuşatıyor. “Kaydını görmek”, “belirsiz etmek”, “Hakk’a komak”, “vâkıaya uğramak” da bunlar arasında… Hani insanın katledilesi geliyor neredeyse; ama bir devşirme veya başka hasım bir kişi mevzuubahisse “çanına ot tıkıldı”, “pâre pâre oldu”, “hiç olmamış gibi oldu”, “tepelendi”, “İt gibi boğduruldu” nevinde “şen şakrak” ifâdeler gırla gidiyor. Kalem bile adamına göre anlatıyor aynı işi; fakat Türkdönmez ve Ötekiler’in yazarının kaleminde karîhadan atılmış tek bir söz bile yok; boka bok, orospuya orospu demek becerisini gösteren sarsıcı bir “şathiye” yazmış o! Akraba ve taallukâtının, yüzünde su baldıranıyla elde edilmiş bir “Sardinya Sırıtışı”yla (Risos Sardonicus) ölmesini isteyenler için son okuma listelerinin başına konulacak şenlikli bir metinden, en mâkûl tecennün hâlinde, yani yazmak sûretiyle meydana konulmuş, cemiyet kazanının imbisât derecesini tâyin eden içtimâî bir manometreden bahsediyorum. Bunu okuyanın sağalması umulur; yazan, her türlü vartadan kendisini kurtarmıştır. Epiktetos için de bu yeteneğin sağladığından büyük egemenlik olmasa gerek. Bu, elimde bir zaman makinesi olsaydı, geriye dönüp, bitirdiği anda yazarının kafasına lobutla vurarak elinden almak isteyeceğim, bunu ben yazmalıydım diyeceğim bir kitap…