0,00 TRY

Sepetinizde ürün yok!

Çalıntı

Topraktan yaratıldık, toprağa yatırılacağız. Dönüp dolaşıp o uykuya dalacağız…

“Gördüğün rüyadan, emin olmadığın kişiye bahsetme” derdi ninem. “Âdemoğlu, kilitli sandık. Ak der, kara düşünür; kal der, yola düşürür!” diye anlatmaya devam ederdi. “Aman kızım, emin kimse yoksa suya anlatıver. Su rahmettir, her damlası servettir” demeyi de ihmâl etmezdi… Böyle kafiyeli konuşurdu rahmetli. Bu durumu gülünç bulurdum. O vakitler ne çocukmuşum…

On yıl geçti ninem göçeli. On yılda birçok şey değişti. Bizim evi yıkıp yerine apartman diktiler. Çocuğu olmayan Zehra ablamın ikizleri doğdu. Bakkal amca işini büyüttü, süpermarket sahibi oldu. Ağabeyim doktor çıktı. Mahalleye afilli bir karakol binası yapıldı. Evin karşısındaki boş arsaya da nihayet bir park konduruldu. Babam kirazlığı sattı. Annem dikiş dikmeyi bıraktı. Her gece kafayı çeken gürültücü komşu evini taşıdı. Hacı amcanın büyük torunu, saçlarını uzatıp küpe takmaya başladı. Otobüslerin sefer sayıları azaltıldı, güzergâhlar değişti. Yüksek belli pantolonlar yeniden moda oldu. Hükümet değişti. Ve ben, öğretmen oldum.

Öğretmen ön adını, göğsüme madalya takmışçasına taşıdım ismimin önünde. Saçlarını kokladım altın çocukların. İlmek ilmek işledim onları… Toprağa her gün daha kuvvetli bastım. Asla ama asla kambur durmadım.

On yıl boyunca değişmeyen tek bir şey oldu: Uykuya daldıktan sonra, rüya kapısını aralayamadım. Ninemin vefatından o kahrolası geceye kadar, bir kez olsun rüya ikliminde dolanamadım. O geceden sonra da gördüklerim birer kâbustan ibaret. Her gece aynı sıkıntının içinde debeleniyorum. Saçlarım belime kadar uzamış oluyor rüyamda. Etrafta taze çimen kokusu… At sırtında dörtnala giderken, birden yere kapaklanıyorum. Dizlerim acıyor. Sonra, melek yüzlü biri gelip beni yerden kaldırıyor. Ayağa kalkmamla kendimi berrak bir denizin kıyısında bulmam bir oluyor. Ellerimi, beni yerden kaldıran melek yüzlü tutuyor. Gülüyor. O güldükçe, deniz kararıyor. Deniz karardıkça, çamurlu halatlar bedenime dolanıyor. Halatlar bana dolandıkça, melek meleklikten çıkıyor. Kan revân oluyor her yer. Kaçamıyorum, kurtulamıyorum, eksiliyorum… Sıçrayarak uyanıyorum ardından. İnanamıyorum sonra. Yaşadım mı bütün bunları? Zorbanın biri, hakkı olmayana uzanıp söktü mü kalbimi yerinden? Ben gerçekten böylesine aşağılandım mı? Kabullenemeyip inkâr yoluna saptığım an, aynaya bakıyorum. Yüzümde gezdiriyorum ellerimi. O gece, yere ilk düştüğümde suratımı parçalayan camların bıraktıkları izlere dokunuyorum. Hepsi gerçekti, hepsi benim başıma geldi.

Çâre aradım, fakat faydasız. Ne yaparsam yapayım, olanları hâfızamdan silemiyorum. Sabrediyorum… Çocuklara matematikten çok, iyi olabilmeyi ve ahlâklı kalabilmeyi öğretmek için uğraşıyorum. Her gece, aynı kâbus yüzünden uykumdan sıçrayıp; her günümü, aynı şeyi yaşamaktan korkarak geçirsem de, bir an olsun yaşamaktan vazgeçmiyorum.                                      Çünkü insanız. Topraktan yaratıldık, toprağa yatırılacağız. Bir gün mutlaka o huzurlu uykuya dalacağız…

Dipçe: Bu yazı, aynı acıya ortak olan kadınlara ve minik bedenleri istismar edilen yavrulara ithaf edilmiştir…

(tam metin)

Önceki İçerik
Sonraki İçerik
spot_img

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz