GÜNLÜK, DIŞSES: İşbu, Havva’yla Bigâne’nin yollarının kesişmesi ve ayrılmasıdır.
Havva bir yüksekokulda öğretim görevlisi olarak işe başladıktan sonra, üç ay kadar kaldığı okulun misafirhanesinin pisliğinden kurdeşen dökmeye başladığında, kendisine bu kasabada kök salmayacağına dair söz vererek bir ev tuttu. İl merkezindeki spotçulardan alelade bir kanepe, bir yatak, bir bez dolap, mutfağa plastik masa ve sandalye aldı. Sıkıldıkça hafta sonları Ankara’ya kaçtı… Dostlarının, ailesinin olmadığı bu şehir artık, kafeler, kitapçılar ve hatıralarından başka bir şey demek değildi; yeni bir anının yaratılamayacağı, dekoru kâğıttan bir sahne… Perde kapanmış, izleyiciler gitmiş, geriye, bu tek kişilik oyunun, terli, yorgun ve performansından hoşnutsuz tek kahramanı olarak boş salonu, Ankara’yı selamlayan Havva kalmıştı. Sonra sefil otobüslerde, yanına oturan şişman teyzelerle ve bebekli kadınlarla asla göz kontağı kurmadan, dürterek uyandıran, kaba saba konuşan muavinlerle kavga ederek ve bütün otobüsü depresyona sokabilecek bir mutsuzlukla mütemadiyen kasabaya dönüyordu.
Havva’nın sabah ezanına kadar oturduğu bir Ramazan gününde, babası neredeyse bir yıl aradan sonra ilk kez, sabahın yedikırkikisinde aradı. Babası, annesinin ölümünden sonra köye yerleşmiş ve Havva’nın toplamda iki kez gördüğü Ayşe Abla ile evlenmişti. “Ayşe-Abla’nın-rahmetli-eşinin-asker-arkadaşının-kızı”, Havva’nın yaşadığı kasabaya tayin edilmişti. Yalnızca Havva’dan bir şey istediğinde uzun uzun konuşan baba, Havva’nın bu “tanış”la ilgileneceğini söylemesiyle telefonu derin bir oh çekerek kapatmıştı. Havva’nın Bigâne’yle tanışması, bu telefon konuşmasının ertesi günü, yine sabah vakti olacaktı. Bir saate yakın yüksekokulun duvarında sigara içerek, uyuyarak ve üşüyerek bekledikten sonra, Bigâne, üstünde kahverengi elbise ve elinde partal bir bavul ile saçlarını savurarak uzaktan görünmüştü. Havva, bu esnada, bu kadının, hayatının üç yıl sekiz ay, on iki gününü geçireceği ev arkadaşı olduğunu henüz bilmemekteydi. Bigâne, bavulunu yere koymadan Havva’yı sımsıkı kucaklamış, Havva, sırtında bavulun sert köşesini hissetmiş fakat müdahale edememişti; çünkü içten içe hâlâ uyumaktaydı. Bigâne, evde ekmek, peynir, zeytin, domates, yumurta olup olmadığını tek tek sormuş, duruma el koymuştu.