İnsan ne nankör. Yeğenim Ali ve ben Turhan bir film çekecektik. Zülkarn, sislerin arasından gelmiş, bize bunu söylemiş ve sonra geldiği yere yine sislerin arasına karışıp, gitmişti. Ali sigarayı bırakmıştı. Gözleri kan çanağı, uzun kara saçları arkadan bağlı, top sakalıyla hiç uhrevî meselelerin adamı gibi görünmedi bir an gözüme. Sonra, “Bu ayrımcılığa girer,” deyip gözüme görüneni görmezden geldim. Film nasıl çekilir biliyordum bilmesine de bu işlerle uğraşmayalı iki yüz elli, üç yüz sene olmuştu. Hamlamıştım. Çok uğraşmış, didinmiş bazı gayrımuayyen neticelere vasıl olduktan kelli, harç azaldı, yapıya ara verelim diyerek başka taraklarda bez edinmiştim. Hep birinci tekil şahıs açısından konuşuyorum bugün çünkü Yeğenim Ali varla yok arası bir âlemde bir görünüyor, bir kayboluyor. Gözleri de kapandı, kapanacak.
Kendimi tedailerin seline bıraktım. Her bir “çağrışım” bir diğerini doğuruyor, şu her parmaktan bir el daha, o ellerin parmaklarından da yeni eller daha, fraktal resim diyorlar şimdilerde, çağrışımlar öyle Nuh Tufanı oluyordu. Bir film çekmek… Hayali, hayalleri sistemli bir şekilde paketlemek… Sistemli ve asgari de olsa “piyasa” kurallarına riayet ederek… Hayatta uyduğum tek kurallar silsilesi şer-i şerif’in şekil ve ruh aynama yansıyanlarından ibaret biri olarak (tam da ne demekse) bu piyasa lafından hiç hazzetmiyordum. Bir film çekecektik. Film nedir, nasıl çekilir? Hayat da aslında başı ve sonu belirli bir film uzun ama kısa şeridi değil mi?
Film çekeceksek senaryo lâzımdır. Tabiî bu genel kural. İstisnası da olur. Senaryosuz film olabilir. Senaryo komple yönetmenin kafasındaysa, ki yazılı veya sözlü olmasa da, âlem-i misaldekinden başka nüshası olmayan bir senaryo yine var demektir. Yönetmen ne yaptığını bilmeden sahne sahne uç uca ekleyerek veya sonradan bunları birbirine karıştırarak bir film vücuda getiriyorsa, sonradan ortaya çıksa, bir metne dökülmemiş olsa da ortada yine bir senaryo var demektir. Kader, öldüğümüz anda hayatımız boyunca başımıza gelenlerin tek bir defterde, tek bir levhada yazılmış, takdir edilmiş hâli değil mi? (Kaderi kaza, kazayı atâ bozar.)