0,00 TRY

Sepetinizde ürün yok!

Beşyüz Liralık Vatan

Henüz akşam karanlığı çökmemiş sokakta, yazın boşalan Ankara’nın sessizliği duyuluyordu yalnızca. Kemal okuldan gelmiş, evdekilere şöyle bir görünmüş, bir iki lokma da ayaküstü atıştırıp yeniden dışarı çıkmıştı. Arabasına doldurduğu malzemeleri mahallesinde sokak sokak gezerek Irak’tan gelen Türkmenlere dağıtıyordu. Bugün de hem arabadakileri bitirmesi hem de kendisini çağıran adreslerden alacağı malzemeleri dağıtması gerekiyordu. Gideceği evlerdeki çocuklara vermek üzere çikolata ve sakız almak için bakkala girdi.

“Selamünaleyküm Muhittin abi.”

“Ve aleykümselaaaam Kemal Bey oğlum.”

“Abi benim çikolata ve sakızlardan beşer onar versene yine. Dolaşmaya çıkıyorum.”

“Şu iki arka sokağa yeni gelen bir aile var. Onları gördün mü oğlum? Hâlleri pek perişanmış diyorlar.”

Kemal neredeyse her girdiği yerde aynı uyarıyla karşılaşıyordu: “Falanca aileyi gördün mü? Çok perişan durumdalar…” Sanki falanca aileleri görmek sâdece Kemal’in göreviymiş de geri kalan herkes ona haber vermekle üzerine düşeni yapmış gibi oluyordu. Kemal yine adresi aldı: Şen Yuva apartmanı, bodrum katı. Bakkal Muhittin de her zaman yaptığı gibi çikolata ve sakızların üzerine beşer onar da kendinden ekledi, Kemal’i uğurladı.

Kemal, Keçiören’in âdeta gölge muhtarı gibiydi. Ne kadar mülteci varsa ev ev biliyordu. Hatta bir süre sonra aklında hepsini tutamayacağını anlamış, kayıt da almaya başlamıştı. Herkesin falanca aile diye işaret ettiği hanelerde kaç kişi yaşıyor, kaçı çalışacak durumda, okul çağında kaç çocuk var, kim kalp hastası, kim şeker hastası, hepsini kaydetmişti.

O akşam emanetlerini dağıtmayı bitirdiğinde vakit bir hayli geç olmuştu. Şen Yuva apartmanını ertesi akşamın ilk sırasına alıp günlük gezisini bitirdi. Ertesi akşam işten çıkıp kendi evine uğradıktan sonra ilk iş olarak Şen Yuva apartmanı, bodrum katına gitti. Aslında karşılaşacağı perişanlığı biliyordu. Ne götürürse götürsün dertlerine derman olmayacağını da biliyordu. Fakat pek çok aile, onun ziyaretleri sayesinde ümitlenmiş, Kemal’le birlikte tutunacak bir dalları olmuştu.

Kemal, apartmanın bodrum katına indiğinde evden sesler geliyordu. Mutfaktan içeriye seslenen bir kadın, koşuşturan bir iki çocuk… Kapının önünde yine en az on beş-yirmi çift ayakkabı… Güçleri yetmediği için bir evde yaşayan dört ya da beş aile… Zile basmasıyla birlikte evdeki bütün sesler kesildi. Belki o kesif küf ve nem kokusu olmasaydı, Kemal kendi kalp atışını bile duyabilirdi. En nihayetinde orta yaşlarını geçmiş bir adam kapıyı açtı. Kemal selam verip kendisini tanıttı. Onun adını duymuşlardı zaten. Mahallede kime görünseler yeni geldikleri anlaşılıyor, “Kemal öğretmen geldi mi?” diye soruyorlardı. Kendileri gibi Irak’tan göçenlere, hangi müşküllerinden bahsetseler, “Kemal öğretmen hâlleder” diyorlardı.

[vc_cta h2=”Yazının devamı Ayarsız dergisinde” style=”3d” add_button=”right” btn_title=”Abonelik Formu” btn_style=”3d” btn_shape=”square” btn_color=”danger” btn_link=”url:http%3A%2F%2Fayarsiz.net%2Fabonelik-formu%2F|||”]Ayarsız dergisini kitapçılardan edinebilir veya Abonelik formunu doldurarak adresinize getirtebilirsiniz.[/vc_cta]
spot_img

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz