Tepegöz hakkında çok şeyler yazıldı ve yazılıyor. Belki hatırlayacaksınız, ben de Ayarsız derginin dokuzuncu sayısında İçimizdeki Canavar Tepegöz başlıklı bir yazı kaleme almış idim. Biz meraklılar Dede Korkut evrenine her bakışımızda farklı şeyler görüyor, yerli yersiz de olsa her defasında değişik yorumlamalarda bulunabiliyoruz. Bunun sebebi Türk kültür kodları cihetinden Dede Korkut evreninin bir tükenmez hazine olmasıdır. Geride bıraktığımız ramazan gecelerinde Claude Lévi-Strauss’un kitaplarını kurcalarken Hepimiz Yamyamız başlıklı makalesinde şöyle bir ifâde yakaladım: “Jean-Jacques Rousseau’nun gözünde toplumsal yaşamın kökeni, kendimizi başkasıyla özdeşleştirmeye iten duyguda yatıyordu. Başkasını kendimizle özdeşleştirmenin en basit yolu da, sonuçta, onu yemektir.”
Biliyorsunuz ki Oğuzlara musallat olan canavar Tepegöz önüne geleni öldürüp yiyor. Vaziyete müdahil olan Korkut Ata “Sen adam komaz tüketirsin,” diyerek Tepegöz’le pazarlığa girişiyor, günde iki adam ve beş yüz koyun teklif ediyor. Tepegöz de “Hoş öyle olsun,” diyerek bu öneriyi kabul ediyor ve diyor ki “İki adam daha verin yemeğimi pişirsin.” Malûm hikâyenin öncesine sonrasına bakmaksızın şu soruyu kendimize yöneltelim: Tepegöz niçin Oğuzları yiyor?