Gözüm dalıyor mütemadiyen. Uyuyamıyorum boyalı ellerimle. Kalkıp yıkıyorum her seferinde ama elli iki gündür ne boya ellerimden çıkıyor, ne şehitler aklımdan. Her gece yazıyoruz, her gece. Bıkmadan usanmadan. Arkamızı kollaya kollaya; tedirgin ceylanlar gibi ürkek ürkek değil! Tetikteki arslanlar gibi, pusudaki kurtlar gibi burnumuzdan soluya soluya hiçbir hareketi, ayrıntıyı kaçırmadan… Emniyet kendini emniyete alsın da mesele yok! Sokaklar bizim. Şehitler bizim. Memleket bizim…
Taşlıtarla’dan tuttuk evimizi. Biraz uzak okula ama olsun. Tek vesaitle gidip gelebiliyoruz. Kahveler–Vezneciler dolmuşları işimizi görüyor. Şoförlerin çoğuyla ahbap olduk sayılır. Hemen hemen hepsi bizim memleketin adamları, Giresunlular. Çoğu Eynesilli. Yaşlarımız yakın. Ben Hukuk’ta son sınıfa gelene kadar iki uşak sahibi olmuş meselâ Palaskanın Kemal. Anası Alucralı. Suat’ın köylüsü. Hısımlar. Suat da benim gibi son sınıf. Coğrafya okuyor. Yoldaşım, ülküdaşım. Bir de Azmi’miz var ki evlere şenlik. Doğru olduğuna inandıysa merminin üstüne koşar. Siyaset bilmez, politik duruşu yoktur. Varsa yoksa bildiği Türklüğü, inancı, nişanlısı. Görele’de koyup gelmiş. Öğretmen çıkınca evlenecekler. Ah fakülteye, sınavlara bir girebilse. Bağlamayı hain çalar. En yanık türküsü; “Kahve koydum fincana”…