Çocukluğumun ancak hayal meyal hatırlayabildiğim günlerini düşünüyorum. Geleceğe dikilmiş ve biteviye onu tüketmekte olan gözlerimi geçmişe döndürüyorum. Belleğim parıldamaya, nâmevcutu mevcut kılmaya, dünü bugüne getirmeye belki de bugünü düne götürmeye başlıyor. Eski, dedemin para kazandıkça kat çıkmasıyla gecekondudan apartmana dönüşen, o enteresan girişli bina. O binanın birinci katı. Birinci katının tek iç odası. Bu odada iki yatak vardı. Biri anneannemin, o merhamet abidesi kadınındı. Diğeri ise, alışılmadık boyuyla çocuk yüreğime belki ilk defa haşyet hissini tattıran yataktı ki orada dedem yatardı. Dedemi birkaç ay önce kaybetmiştik, cenazesini terastan izlemiştim. Onu alıp götürdüler. Şimdi, anneannemin yatağında, koynunda yatıyordum. Dedemin haşmetli divanına gözlerimi dikmiştim, odaya gireceği, uzanacağı, başının altına koyduğu dört yastıkla tavana değmesine ramak kalmış hâldeyken aniden duyduğu bir vızıldamayla beraber doğrulup elindeki raketi duvara vuracağı ve haylaz sineği kaçırdığına yanacağı anı bekliyordum. Dedemin daha önce hiç görmediğim cesâmette bir divanı vardı, bana o zamanlar herhâlde dünyanın yaratılışı kadar eski gelen 1920 yılında doğmuştu, yine o gün birbirinden ayıramadığım ve büyülü lâflara benzettiğim birkaç dil konuşurdu. Öyleyse, muhakkak geri dönecekti.
Anneannemin Bir Ninnisinin Şerhi
Paylaş
Naver