Parasız yatılıdan döndüğüm ilk yazdı. Geldiğimi duyan konu komşu evdekilere göz aydınında bulunmak için sabahtan doluşmuşlardı bizim küçük bahçeye. Akranlarım arasında sınav kazanıp gurbette okumaya ilk giden bendim. ‘Boyum uzamış mı, beni orada iyi beslemişler mi, gözümde kaşımda, üstümde başımda değişiklik olmuş mu’ diye bir yandan meraklı gözlerle beni baştan ayağa süzerlerken diğer yandan annemle oradan buradan koyu bir muhabbete tutulmuşlardı. Babam inmedi kadınların arasına. Elinde önceki günün gazetesi, radyonun başında oturmuş ajans bekliyordu. “Hanım kısmı lafa hiç bunalmaz oğlum,” derdi bize bıyık altından gülerek. Annem duyar da darılır diye fısıltıyla söylerdi. Kardeşimle bakışıp, kıkırdardık. O sabah izin verilmedi babamla oturmama, “Ayıp olur, seni görmeye geldiler,” diyerek zorla bahçeye çıkarıldım. Aklım hep kuşlarda. Şu kalabalık bir gitse de, izin alıp kendimi sokaklara bir atsam… Doğru Sarı Bekir’in kahvesinde, güvercinlerin yanında alacağım soluğu!
Sene 1975. Ankara Ulucanlar Mahallesi, Öksüzler Sokağı’nda oturuyoruz. Sokağa adını veren çeşme evimizin az ilerisinde: Öksüzler Çeşmesi. Mahallenin kerteriz noktası. Ankara taşından, Osmanlı görmüş eski mi eski, suyu tertemiz bir çeşme. Sabah saatlerinde önce kadınlar ellerinde ibrikleri, bidonlarıyla önünde sıralanır. İzleyen birkaç saat içerisinde mutfak pencerelerinden sokağa kavrulan soğanların, fokurdayan çorbaların, pişen sebzelerle, bulgur pilavlarının kokuları yayılır. Öğle ezanına doğru yıkanacak bebe beliği olanlarla, cümle içerisinde yunacak çamaşırlarını toplayan gelinler çevirir etrafını. Çocuklar birazdan sıranın kendilerine geleceğini bilir, iyice toz toprağa bulanarak, çığlık kıyamet ortalıkta koşturur. Naylon leğenlerdeki sabundan rengi bulanmış sularda baba gömlekleri, mendilleri, kaynana yelekleri çitilene çitilene yıkanır, yumruklanır, kimi incecikten bir türkü tutturur kimi de mahalleye gelenden gidenden, bakkaliyede karşılaştığı falancanın oğlundan kızından gelen haberlerden laf verir, öğle vakti edilir. Az önce koşturup duran yumurcaklar analarının kolu altında, gözlerine kaçan sabunun yangısı geçmedi diye feryat figan ederek, suları damlaya damlaya evlerine yollanırlar. Ezan vakti el ayak çekilir.