0,00 TRY

Sepetinizde ürün yok!

Narmanlı Han’ın İronik Âkıbeti Hakkında

1.
Mekâna içkin, ona ruh ve kimlik kazandıran mimarî ürün, resim, fotoğraf gibi görme duyumuza hitap eden sanat eserlerinin semiyotik karşılığı bir süreç içerisinde oluşur. Eserin anlamı, ilk önce üretimine karar veren aktörün vermek istediği mesaja göre belirlenir. Mesajı gönderen bu ilk aktör, duruma göre sermaye sahibi veya kamu otoritesi olarak karşımıza çıkabilir, bir diğer ilk aktör de eserin yaratıcısıdır. Anlam, yaratıcının (mimarın, ressamın) eserinde vermek istediği duygu/izlenim tarafından belirlenir. Eser sahibinin kullandığı üslûp, teknik ve malzeme ile eserin ebatları, konumu, bulunduğu yer (bağlam) ve sâir unsurlar da anlamı belirler. Ancak eserin, bir kez yaratıcısının/sahibinin elinden çıktıktan, kullanıma hazır/seyirlik hâle geldikten sonra nasıl anlaşılacağı bir muammadır. Eser, seyircinin ve kullanıcının his dünyasına sunulduğunda, önceden belirlenmiş anlamlarından bir ölçüde sıyrılır. Artık, kullanıcının/seyircinin beğenisinin, duyularının süzgecinden geçecektir. Ve muhtelif müşterek duyuşlar olmakla birlikte eserin karşısındaki her birey, eseri farklı görür, farklı deneyimler. Dolayısıyla eserin anlamı, bireyin kendine özgü serüveni ve deneyimi zemininde yeniden yaratılır. Anlam, eserden bağımsızlaşarak, bireyin entelektüel, zihinsel, kültürel arka planına, estetik beğenilerine göre yeniden oluşur.

Kente, mahalleye, sokağa ruh veren; binalarda, sokak köşelerinde, kafelerde, meydanlarda barındırdığı yaşanmışlıktır. Birbiriyle ilişkisiz yahut çatışmalı olsa dahi yaşanmışlıklar, bir deneyimler toplamından fazlasına tekabül eder. Büyük fotoğrafta; hâkim güçlerin ve toplumun öncelediği değerleri, üretim ve bölüşüm ilişkilerini, kolektif kültürün belirleyicilik kapasitesini ve zamanın ruhunu [zeitgeist] görürüz; büyük fotoğraf bize mekânın kimliğini (ve kimliğin nasıl değişmekte olduğunu) gösterir. Örneğin İstanbul’a baktığınızda gökdelenlerin, plazaların, devâsa iş makinelerinin minareleri gölgelediğini fark ediyorsanız; tarihî bir simge olan, tarihî olarak bir anlama tekabül eden İstanbul’un kimliğinin yerini müteahhitler elinden çıkma bir kalkınmacılığın aldığını görürsünüz. Bu yerini alma süreci, tarafsız, ideolojisiz ve daha da önemlisi mâsum değildir. Çünkü henüz yaşamakta olan bir sembolik değeri yok etmek, anlam dünyamızda da bir boşluk yaratacaktır. Meselenin bir rant meselesi olduğu herkesin malûmu. Tarihî yapı stoku, eski mahalleler bir bir -kamu istenciyle, kamunun elinden çıkarılarak- sermayenin eline teslim ediliyor. Bu, mekânın/yapıtın kamu tarafından kullanılmasının önlenmesine yönelik olduğu kadar, yaşanmışlıklarla birlikte tarihinin yok edilmesine de yönelik bir süreç. Tarihsel içeriği yok edilen mekânın anlamı da değişiyor, muhayyilelerimizdeki simgesel anlamı eserin kendisiyle birlikte yok oluyor. Prof. Dr. İbrahim Şahin bir seminerinde bir binanın yok olmasının yalnızca o binanın yok olması anlamına gelmediğini ifâde eder. Bir binanın yok olması, aynı zamanda bireyin kimliğini oluşturan kendi mâzisinden de bir parçanın yok olması, onun artık yalnızca muhayyile düzleminde simgesel biçimde var olması anlamına geliyor.

2.
Bu deneme, esasen mikro bir örnekten ilham aldı.
….

[vc_cta h2=”Yazının devamı Ayarsız dergisinde” style=”3d” add_button=”right” btn_title=”Abonelik Formu” btn_style=”3d” btn_shape=”square” btn_color=”danger” btn_link=”url:http%3A%2F%2Fayarsiz.net%2Fabonelik-formu%2F|||”]Ayarsız dergisini kitapçılardan edinebilir veya Abonelik formunu doldurarak adresinize getirtebilirsiniz.[/vc_cta]

spot_img

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz