Damat tarafı pek güzel bir düğün hazırlamış.
Dedeyi özel bir koltuğa, tam da sahnenin karşısına oturttular. Dede “Benim başım götürmez, yapmayın, gelmeyim ben düğüne” dediyse de torunu “Olur mu dedem, sen olmadan ben düğün yapar mıyım!” deyince dayanamadı…
Torun bu, evlâttan bile çok seviliyor. Gülfidanı gibiydi kuzusu. Gonca gül!
Dede yanında oturan küçük kardeşinin kulağına eğildi:
– Yirmi birini yeni doldurdu, biraz erken oldu ya neyse, ölmeden gördüm mürüvvetini. Şükür…
Kulağı duymuyordu kardeşinin. Anlamış gibi başını salladı. Dede de biliyordu duymadığını, ama içindeki yangını bir cümleyle de olsa ifâde etmek istemişti.
Dede, “İhtiyacım yok ama sünnettir” diyerek yanından ayırmadığı bastonuna ellerini koymuş, çenesini de ellerinin üzerine yerleştirerek çevresinde olan bitenleri izlemeye, anlamaya çalışıyordu. Yine kardeşinin kulağına eğildi:
– Nerede bizim davul zurnalı, sazlı, sözlü köy düğünleri…
Kardeşi yine başını salladı anlamış gibi…
Düğün başlamış, takılar takılmış, pastalar kesilmiş, herkes hayatından memnun eğlenirken dede merak ve şaşkınlıkla olan biteni izliyordu.
Elleri bastonunun üzerinde, çenesi de ellerinin üstünde, sanki başka bir âlemdi izlediği. Arada bir kendi kendine “cık cık” çekiyordu ama kimse farkında değildi.
Az sonra sahneye yerel bir türkücü çıktı. İşte bu çok hoşuna gitmişti dedenin. Kardeşine döndü:
– Saz, söz olmadan düğün mü olur. Bak bunu iyi etmişler işte…
Kardeşi uykulu gözlerini aralayarak başını salladı.
Türkücü de pek yamandı. Her telden çalıp söylüyordu. Keyiflenmişti dede. Koltuğunda doğrulup arkasına yaslandı. Bastonunu yere vurarak türkülere eşlik ederken çevresindekiler de dedeye gülümseyen ifâdelerle bakıyorlardı.
Gelin damadın kulağına eğildi; “Dedemin keyfi yerine geldi nihayet, türkü duydu ya…”
Tam karşılarında oturan dedelerini gülümseyerek izlediler.
Davetliler sanatçıya uzaktan, parmaklarını şıkırdatır gibi işaretler yapmışlar ve yılların sanatçısı işareti anlamış, oyun havalarına başlamıştı.
Sanatçı, son söylediği türküyü kesip, “Başta gelin ve damat olmak üzere, herkesi sahneye bekliyorum. Güzel bir türkü ile oyun havalarına başlayalım” deyince davetliler sahneye hücum ettiler.
Gelin türkü başlayınca irkildi. Kalabalığın arasından dedesini görmeye çalıştı, göremedi. Damadın elinden tutup sürükledi: “Dedem fena olur bu türküde…” Sanatçı söyledikçe insanlar oynuyor, oynadıkça kalabalık artıyordu.
Gelin sicim gibi gözyaşı döken dedesini görünce ağlamaya başladı. Yere çöküp başını dedesinin dizlerine koydu. Damat hiçbir şey anlayamamıştı.
Aslan yârim kız senin adın Hediye
Ben dolandım sen de dolan gel beriye
Fistan aldım endazesi on yediye…