Pullu, devasa kanatlar… Gecenin karanlığında kötücül bir şekilde parlayan, kimi zaman kızıla çalan kimi zaman yeşil tonlarında ama çoğunlukta kara, kapkara bir heyhula… Yılanı andıran upuzun bir kuyruk… Kale burçlarını, kuleleri paramparça eden dev pençeler… Derin, tarihin en eski zamanlarından bugüne gelen kadimliklte parıldayan gözler… En önemlisi ve ihtişamlısı da korkunç, adeta bir cehennem kuyusunu andıran, alevler saçan, ateşler içindeki o ağız… Biz “fantastikçi çocuklar”ın bir filmde, dizide, oyunda, kitapta, anlatıda hatta bir heavy metal şarkısında ismi dahi geçse heyecanlandığımız o büyük canavar, o kadim varlık, o toprağın, suyun, ateşin ve göklerin hâkimi, o, korkuyla karışık saygı duyduğumuz mitik hayvan! Ejderha!
Birçokları ejderhayı genelde Çin veya Fars kültüründe atfederler. Modern zamanların çocukları ise Game of Thrones’tan Drogon veya Viserion’u, Hobbit’ten Smaug’u bilir. Dünyanın farklı mitolojilerinde ve popüler kültürün dört bir yanında varken bu ejderha, Türk kültüründe yeri nedir, nerededir? Türk kültüründeki mitik anlatmalarda, masallarda, efsânelerde ejderha var mıdır? Varsa nasıldır? Popüler kültürümüze neden taşınamamıştır? Mesela ejderha derisinden kendisine kıyafet, kılıcına kın yaptıran bir Salur Kazan, İskandinav mitolojisi ve Marvel evrenindeki Thor’un çekici kadar “çekici” olmaz mıdır?