Dün gibi yahu, dün gibi: On dört sene öncesi, yağmurlu bir öğle üzeri… Üniversiteye gidiyorum o sıralar… Taksim’den Beyazıt otobüsüne bindim. Sol parkamın, evet parkamın cebinde ikiye katladığım Cumhuriyet Gazetesi… “Kaç gündür yazmıyor Attila İlhan… Hayırdır…” derken aldım haberini. “Seninki ölmüş” dedi selam verip yanıma oturan bir arkadaş; havadan sudan bahseder gibi…
Evet, o sıralar benimkiydi! Üniversiteye yeni başlamışım. Sola ve sosyalizme dair elime ne geçerse okuyorum. En çok da Kaptanı keşfediyor, onun etkisiyle “Ulusal Solcu” yazılıyorum! Hangi Sol, Hangi Sağ, Hangi Atatürk, Hangi Batı… Edebiyattan siyasete hemen her şeye Attila İlhan kitaplarının önümde açtığı “ya siyah/ya beyaz” pencereden bakıyorum.
“Ulusal Solculuk” denen saçmalığın “Nasyonal Sosyalizm” yani bir tür Neo-Kemalizm olduğunu idrak etmem sonranın işi… Öfkeli ve kibirli şairin son yıllarındaki “ulusalcı” tutumunu yetmişli yıllarda yazdığı metinlerle karşılaştırmaya başlayınca, “Hangi Attila İlhan?” diye kendi kendime sorar, kitaplarıyla güncel yazıları arasındaki farklılıklara bakarak artık değiştiğini, aslında iki tür Attila İlhan olduğunu düşünürdüm. Oysa düpedüz yanılıyordum. (Yanıldığımı da ancak şimdi fark ediyorum! Bir zamanlar heyecanla altını çizerek okuduğum kitaplara, ölüm yıldönümü vesilesiyle tekrar bakınca…)