Prof. Dr. Mehmet Başbuğ, Türk Dünyası’na adanmış tam 61 yıl… Kırmızıların, beyazların, atların, kağnıların, Millî Mücadele’nin, yorgun, çileli, cefakâr Anadolu insanlarının ressamı… 4 Temmuz 2017’de Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nin dekanı ve öğretim üyesi olarak görevinin başındayken, beyin kanaması sonucu Hakkın rahmetine kavuştu. Onun Hakka yürüyüşü Türk milliyetçilerini ve Türk dünyasını derin bir yes’e sürükledi.
Diyarbakırlı Prof. Dr. Mehmet Başbuğ cefakâr Anadolu insanının yüreğine koskoca Turan’ı sığdırmış ve çalışmalarının hemen hemen hepsinde bu ülkü ve idealini aralıksız işlemiş ender şahsiyetlerden biridir. Kader arkadaşlarıyla birlikte rahmetli ressam ve öğretim elemanlarından Coşkun Karakaya’nın eğitiminden geçerek Türk’ün onur dolu tarihini; yiğit, çalışkan, yorgun ve mücadeleci kişiliğini nakış nakış, desen desen, çizgi çizgi, renk renk tuvallerine, kağıtlarına işledi. Desenlerindeki sağlamlık, renklerdeki kararlılık asil bir ülkünün, sağlam bir imanın dışavurumundan başka ne olabilir ki? O, resimlerinde alışık olduğumuz Anadolu insanının geleneksel yaşam tarzlarını, gerek kahvehanelerde gerekse tarla, bağ ve bahçelerde veyahut hane içerisinde resmetmeyi uzun yıllar sürdürdü. Figürlerinde yılların biriktirmiş olduğu hüznün, özlemin, hasretin ve mücadelenin tüm tonlarını kullandı. Anadolu’nun tüm kültürel değerlerini millî bir bilinç içerisinde sundu.
Mehmet Başbuğ’un sanatsal hayatını ben iki dönem olarak görüyorum; birinci dönemi Anadolu, ikinci dönemi de Kırgızistan sürecidir. Başbuğ, Anadolu sürecinde çok sevdiği Türk milletinin kültürel değerlerini gözlemleyerek, yaşayarak, bir nevi analiz ederek çalıştı. Kavruk yüzlü Anadolu insanını tarlada çalışırken, kağnı üstünde, atların başında, kahvede, iskemlede; kırmızının beyaza ve siyaha giden tüm tonlarıyla resmetti. Kırmızı onun için millî bir renkti, keza beyaz da öyle. Aynı zamanda kırmızı içine aldığı beyaz, siyah ve kahverengiye çalan kavruk hâliyle uzun yaşanmışlıkların, çekilen sıkıntıların, özlemlerin, bağımsızlığın da rengiydi. Çocuğundan yaşlısına, erkeğinden kadınına, nesnesinden atına, koyununa, ineğine, öküzüne, sabanına, kağnısına varıncaya kadar kompozisyonlarında yer alan tüm ögeler, onun Anadolu resim döneminde millî birer değer olarak tablolarında gördüğümüz imgeleriydi. Ve bu imgeler özellikle kar beyazı lekeler içerisindeki kırmızının Türk’e has tonlarıyla çıktı karşımıza.