Kış ve yaz arasında bir “ilkbahar” mevsimi vardı, bu sene o mevsim bizi unuttu. Tam “Tomurcuklar açtı mı?” diye soracakken, pat yağmur… Tam dalgın ve usul bir şekilde çiçeklerin açmasına, güneşin kemiklere kadar ısıtmasına, kuşlara dair konuşacağız; pat, yine yağmur… “Giy montları, giy giy…”
Özledik ilkbaharı, çünkü ülkemiz dört mevsimin yaşanmasıyla ve mevsim geçişleriyle meşhurdur.
Böyle zamanlarda umarım kalbinizden düşünmeyi ve aklınızdan hissetmeyi deniyorsunuzdur. Deneyin. Belki o zaman mevsimleri özlerken kendimizi çoğaltabilir, azalan bahar günlerini yeniden görebiliriz.
Çok sustuk. Çok da susuyoruz. Neresinden başlasak, ne kadar kansak? Kendini saklama gayreti içinde olanlara dikkatle bakın, onlar hepimizden çok konuşuyor. Biz ise ne kadar sustuğumuzu anlatabilmek için konuşuyoruz. Bu gürültü çok fazla…
Biraz araya girip, herkese bahara olan özlemi hatırlatıp, sonra kaldığınız yerden devam etmenizi isterdim…
Sâdece ilkbahar olsa iyi… Biz inceliği, zarafeti, geç kalmamış bir tebessümü, kalabalık sofralarımızdaki huzuru da özledik; kendi akışında, su katılmamış, sahici ve sâde… İftarlar bu yüzden biziz, bizim ve bizden…
Öyle böyle derken ve yazın ilk günlerini karşılamaya hazırlanırken, Ramazan da geldi çattı…
Efendim, her sene elimden geldiğince, kültürümüzün Ramazan iklimine bir armağanı olan “mahyaları” düşünür, biraz tebessümle alternatif mahyalar paylaşırım. Bu sene de önerilerim var: