“Il est mort d’hemoragie, le pauvre.”*
Kırık mıydı? Onun gibi bir şeydi; ilk gün hiçbir şey hissetmedim; ertesi gün ve sonra, sonranın da ertesinde sızım sızım sızladı.
Onu uzaktan gördüm. Onu uzaktan gördüğümde kendimi de uzaktan görmüş gibi oldum. Ilık ılık sızan kan, kâğıttan beyaz, kordan yangın, solgun, dargın, avuç içi kadar yüz ve bu lanet. Yaprakları sararmış, dökülmeye yüz tutmuş bir ağacın altında sigarasını tüttürüyordu. Ne tüttürmek ama! Parmaklarının arasına herkes gibi iliştirdiği sigarayı dudaklarına götürüyor, içine çektikçe çekiyor, hani sigara biraz daha dudaklarında kalsa tüm şu ağaçlarıyla, şu insanlarıyla bu dünya; bulutlarıyla, kuşlarıyla şu gökyüzü ciğerlerine dolacak gibi. Sonra başını geriye atıyor, dumanı yukarı doğru üflüyordu. Gözlerini kısıyor, bir şey arıyormuş gibi bakışını dağılan zayıf dumanda yoğunlaştırıyordu. Bir beyaz duman her hayalin sûretine bürünebilir elbet. Yanına sokulduğumu fark etmedi bile. Elimle dumanı dağıttım.