Ayarsız dergimizin kırkıncı sayısındayız. Ramazan geldi geçti, kırkıncı sayımız belki şeker bayramında belki bayram sonrası siz okurlarımızın eline geçmiş olacak. Ayarsız dergiye şimdiye kadar hep ciddi yazılar hazırladım. Bu sefer, kâh direkler arası eğlencelerine öykünerek kâh şeker bayramını göz önünde bulundurarak ben de eğlenceli bir yazı kaleme alayım dedim. Bir başka dergimize kitap fuarlarındaki matrak anılarımı yazmıştım. Ayarsız’ın bu kırkıncı sayısına ise bir yazar sıfatıyla davet edildiğim okullardan birkaç hoş hatırayı yazacağım. Yaz sıcakları bastırırken hep beraber tebessüm edelim diye. Pek çok okula edebiyat sohbeti için gittim. Hâtıralarıma köy okulundan başlayayım. Köyün adını hatırlayamıyorum. İlkokul öğrencileriyle kitap okumanın önemini konuşuyoruz. Birkaç sınıfın öğrencilerini köy okulunun salonunda toplamışlar. Öğrenciler farklı yaşlardan. En küçükler en öndeki sandalyelerde oturuyorlar. Yaşça büyük olanlar en arkalardalar. Her gittiğim okulda öğrencilere “arkadaşlar” diye seslenmeye dikkat ediyorum, onlara hiçbir zaman “çocuklar” diye hitap etmiyorum. Böyle davrandığınızda o öğrenciler kendilerine değer verildiğini hissediyorlar ve hislerini konuşmacıya (bana) gözleriyle yansıtıyorlar. Bir keresinde, bir başka köy okulundaki bir kız öğrenci bana şöyle demişti: “Köyümüze ilk defa meşhur biri gelmeye tenezzül etti.” Ben içten içe ağlamaklı olmuştum. Bunu söyleyen kız çocuğu beni çok meşhur bir yazar sanmıştı herhalde. Her neyse; az önceki köy okuluna dönelim. Farklı sınıflardan öğrencilere kürsüden sesleniyorum:
Annem Beni Uzaya Göndermez
Önceki İçerik
Sonraki İçerik
Paylaş
Naver